20 Aralık 2014 Cumartesi

Mezuniyete Doğru

Aslına bakacak olursa benim de bu hafta birçok kişi gibi mezuniyet namına bir fotoğraf koymam gerekirdi. Ama fotoğraflarla aramın kötü olduğunu daha önce belirtmiş olsam gerek. Ama yine de boş geçmemek adına bir ayazı yazmam gerektiği kanısındayım. Sonuçta bu fotoğrafların gelmesinin bir nedeni de andaçlar(Aslında ana nedeni andaçlar, diğer nedeni okul gurur tablosu için).

Neyse, bu hafta neredeyse bütün okul andaç için çekildi. Biz de Salı günü çekildik. Açıkçası beklediğimden çok daha güzeldi. Ben fotoğraf çekilirken çok kasılırım dedim ama hiç sıkıntı yaşamadım. Biraz da kimse içeride olmadığından olabilir tabi(Ama bunun olmasını ben istemedim). Hatta fotoğrafçıya sıkıntılı olacak dedim, uzun süredir fotoğraf çekilmiyorum dedim(Bunu ispatlamak için(profil fotoğraflarımın 9. sınıftan kalma olduğunu söylemem yeterli sanırsam). Adam da inanmadı, diyor hiç mi çevrende çekilen arkadaşın yok. Düşündüm de çevremde harbiden öyle ölümüne fotoğraf paylaşan insan yok(ya da ben instagram kullanmadığım için öyle sanıyorum). Ama bu fotoğraf mevzusu ailemde de var. Bizim evde öyle her yerde fotoğraf yok(ki ben biraz rahatsız edici bulurum öyle olmasını). Adama bizim evde de durum böyle deyince verdiği cevap beni gülmekten yıktı. "Valla bizim bütün müşterilerimiz sizin gibi olsaydı, biz şu an ağaç köklerini yiyor olurduk." dedi. Ayrıca düğün çekimlerinin nasıl bir şey olduğunu da arada bir anekdottan öğrendik.

Benim hasta kaldığım bir başka olay pozlardı. Kimileri boyun kırmaya yönelik, kimisi de dershane reklamı tadındaydı. Böyle dalga geçtiğime bakmayın. Çekildikten sonra fotoğraflara bakınca o kadar güzel görünüyorlar ki vay be diyorsunuz(Diplomalı olanlar hariç, onları sevemedim. Zaten diploma diye de A4 kağıdına kurdele bağlamışlar). Biraz çekildiklerime baktım ben bile inanmadım nasıl güzel çıktım diye. Hatta adam çekim sonunda bence bira na önce profil resimlerini falan değiştir dedi. Ben üşengeç adamım, bir gün değiştireceğim ama o gün ne zaman olur bilmiyorum.

Bir itirafta bulunmam gerekirse benim asıl yazma amacım andaçlar üstüneydi ama üstte bayağı bir yazmışım şimdi fark ettim. Neyse uzatmadan gireyim konuya.

Andaçlar. Ne kadar mezuniyetin olmasını istemesem de(o kadar zaman birlikte olduğunuz insanlardan ayrılmak zor be, daha önce da anlattım yazılarımda) bu bir gerçek. Hatıralar bu yüzden önemli benim için. Mirkelam'ın da söylediği gibi. Neye yarar hatıralar. Hatta bu bir yerde bir şey saklama olayı hayatımda ayrı bir takıntı halini aldı ama neyse o başka konu. Neyse geri döneyim konuya. 1 aydan fazladır andaçlar yazılıyor. Bu süre zarfında herkes birbiri hakkında milyon tane şey yazdı. Durum öyle bir hal aldı ki benim için, yazma ihtiyacı hissettim.

Her şeyden önce şunu belirtmem lazım. Andaç yazmak çok ama çok zor bir iş. Zorlama ile yazmaktan hoşlanmam(andaçlar için acele ettiğimiz için zorlama oluyor). Burada acele etmemiz gerekmesinin yanı sıra bir de karakter savaşı veriyoruz. Kaç yıldır Twitter kullanırım böyle karakter savaşı vermedim(Karakter sayısıni hesaplamak için Twitter biçilmiş kaftandı benim için bu arada). Bu yüzden belli kişilere istediğim gibi yazamadım. Ayrıca keşke imkan olsa da 2. dönem yazsak. Bu kadar erken olması garip geldi bana hani.

Gelelim andaç yazılarına. Bana yazılanların hepsi çok güzel. Hatta o kadar güzeller ki bana iyi bir yazar olmadığımı tekrar gösterdi. Kimisine verecek cevap bulamadım. Kimisine keşke daha iyi yazsaydım dedim. Bu yüzden üzülmedim değil doğrusu ama andaca falan yazmak bana göre değil. Biraz özgür olmam lazım ki rahat rahat yazayım. Bir de karakter sınırımız var. Nasıl verimli yazabilirim ki? Bütün bunların yanı sıra kimilerine de ne yazayım diye çok düşündüm. İnsanların bana yazması genelde kolay. En basitinden hareketli oluşum üzerinden yazılabilir. Ama aynısı benim yazmam için geçerli değil maalesef. Ama eninde sonunda bir şekilde yazmayı başardım.

Bazı andaç yazıları vardı ki beni mutlu ettiği kadar şaşırttı. İnsanlar beni, benim sandığımdan daha çok tanımış. Bu beni fazladan mutlu etti. Bir yanlış anlaşılmayı düzeltelim. Benim için bütün yazılar güzel ve de önemli ama sadece bazıları şaşırttı. Yoksa tüm yazılar anlam taşıdı. Hatta ne kadar hepsi andaçta yer alacak olsa da bir yedeğini aldım.
İlköğretimde mezun olurken okulum yapmadığı için andacım olmadı. Bu yüzden bu andaç benim için ayrıca ilk olma özelliğini de taşıyor. O yüzden her yazılan yazı(benim yazdıklarım da dahil) ve her yazan değerli kişi benim için değerli. Herkese buradan teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız.

17 Kasım 2014 Pazartesi

Okul İçi Etkinlik Keyfi ve Yorgunluğu

Ne kadar yazı yazmak istesem de gerek sınavlar gerekse diğer işlerim nedeniyle yazma fırsatı bulamıyorum ki yazacağım bayağı konu var aslında.

Geçtiğimiz hafta sonu okulda bir etkinlik gerçekleştirdik. Okul çapında gerçekleşmiş olsa da bayağı eğlendiğim, gene olsa gene yaparım dediğim bir etkinlik oldu. Okulumuzun kendi MBMTR'si her şeye rağmen güzel ve başarılı oldu.

Aslında düzenlenmeden önce neler oldu diye uzun uzadıya yazarım ama benim o konudaki katkım kitapçığın hazırlanması, plakların tasarlanması ve fotokopilerin bir kısmı olduğu için bu konuda konuşmak pek mantıklı gelmedi bana. Bu arada 35-37 sayfa Microsoft Word'de yazı yazarak bireysel rekorumu kırdım(Önceki rekorum 1-2 sayfa olmalı). Plaka tasarımı ise eğlendiğim bir kısımdı.

Etkinliğin okul sınavlarının bitmesinden sonra ve dershane sınavıyla aynı vakitte olunca birçok sınav üst üste yığıldı. Geçtiğimiz Cuma Edebiyat-Coğrafya sınavından sonra beynimin içinde oluşan o boşluk hissi anlatılmaz yaşanır cinstendi. Ki onun sabahında fotokopiler, turnuva maçları falan derken zaten dengem dağılmıştı.

Etkinlik günü okula giderken tuhaf hissettim. Buca'da takım elbise ve de papyonla merkezi olmayan bir kısmından okula(ki okul olması da garipti aslında) gittim. Bir ara durumu  düşünüp boş boş gülümsediğimi hatırlarım. Vardığımda herkesin benden önce çalışmaya başladığını görünce şaşırdım. Genelde erkenci ben olduğum için tuhaf geldi. Klasik yemek vs. taşıma ve yerleştirme işiyle uğraştıktan sonra konferans salonunun düzenlenmesi vardı ki bunu iyi bildiğim için sıkıntı olmadı.

Açılış için duyuru görevi bana verildi(bizde bunun adı Eranlık yapmak oldu). Açıkçası etkinlikte en eğlendiğim kısımlardan biri bu duyuruları yaptığım kısımlardı. Nedense herkesin bir anda dikkatini çekmek komik geldi bana.

Açılışı kazasız belasız yaptık demek isterdim(kendi adıma) ama kaza beni açılışta buldu. Bir ara projeksiyon için sahneden indi ve geri dönerken sahneye çok güzel oturdum. Ancak bana garip gelen kahkaha atan yoktu(Aslında vardı da sandığım kadar çok ve gürültülü değildi). Doğrusu ortam ciddi olduğu için normal karşılamak gerek. Açılış videosuyla, konuşmalarıyla başarılıydı.

Bu tip çalışmalarda her daim delege olmuş olan ben herkes çalışmalara başlayınca ister istemez çalışmalara girme ihtiyacı hissettim. Böylece delegeliği özlediğimi de anladım. Sabah örnek müzakerelerden sonra kulis çalışmalarında bunu çok daha iyi kavradım. Bir gruba yardım etmek isterken olaya kendimi bayağı kaptırdım. Aslında tek yaptığım onların düşüncelerini biraz düzenlemek oldu. Onun dışında zaten geri kalanı onlar da halletmişlerdi. Bu arada bu yüzden bütün komitelerde eşit kalayım derken bir tarafa kat kat daha fazla kaldım.

Dedikodularda papyonuma yönelik mesajlar gelince şaşırmadım değil. Kim yazdığını sormadım ama yazanı hala merak ediyorum. Ayrıca ben hayatım boyunca papyon taktığım için övgü alacağımı düşünemezdim. Sadece dedikodu kutusundan övgü gelmedi çünkü.

İlk günü kalan yemekleri de eve götürdüm. İşime de gelmedi değil. Beleş yemeğe hayır demeyeceğim tabi ki.

İkinci gün tartışmalara pek katılmak istemesem de yine katıldım. Arada gelen misafirlerin duyurularını komitelere yapmak ayrı zevkti. Zaten normal şartlarda bunu ben yapıyorum. Bir de organizasyonun işleyişi ile ilgilenen ben için gayet güzel oldu. Alelacele bir o yana bir o yana gitmek güzel oldu. Arada dışarıda muhabbet de ettik tabi.

İlk gün yardım ettiğim protokolü takip etmek güzel oldu. Geçtiğini öğrenmek daha da güzel oldu. Doğrusu bütün önergeler geçmiş. Düşündüm de en güzeli bu olmuş bence.

Bu arada delegeler bayağı iyi iş çıkarttı. Birçok madde bent ve fıkralarına açıldı, açıkları kontrol edildi. Açılışta bahsettiğim ciddi ortam burada bayağı kendini gösterdi. Tek sıkıntı usule uygun yazmaktı. O da kolayca halledildi. Tartışmalar da başarılıydı. Beklentilerimizin üstündeydi her şey.

Sonrası kapanış. Aslında anlatabileceğim şeyler vardır belki ama  bilemiyorum şu an aklıma gelmiyor(Kapanış konuşmamda da bu sıkıntıyı yaşadım). Gelirse metni güncellerim. Kapanışta herkes konuşmalarını yaptı. Ancak delegelerden biri bana İstanbul'daki halimi hatırlattı. İstanbul'daki kapanışta ben nasıl uyarı yediysem o da uyarı yedi, ben nasıl her şeyi anlatmak istediysem o da her şeyi anlatmak istedi. O an kendimi gördüm sahnede. Aslında uyarı almamasını istedim ama yine uyarı geldi. Hatta ben bile konuşurken uyarı yedim ve yine anlatacaklarım karıştı orada. O yüzden sözümün kesilmesinden nefret ederim. Hatta o yüzden reddediyorum falan  dedim uyarıyı yapan genel sekreter olunca yapacak da çok şey yoktu. Kapanış da açılış gibi güzel gerçekleşti.

Velhasıl bir etkinlik de böyle bitti. Ama etkinlikler ve okul hala bitmedi. Bu etkinlik dolayısıyla 12 gün okulun yüzünü göreceğim. VE hala kafamın içinde o tuhaf boşluk var. Yorgunluktan olmalı. Ayrıca bu aralar okulda diğer etkinliklere de gidiyorum. Açıkçası bu yüzden o eski sıradan ama huzurlu günlerimi özlüyorum. Okul çıkışı evime zevkle yürümeyi, evimde yan gelip yatmayı. Özellikle son bir ay bu özlem doruklara ulaştı. Ama daha o günlere çok var anlaşılan. E ne diyelim? Hayırlısı.

1 Ekim 2014 Çarşamba

III. MBMTR

 Aslında normal şartlarda farklı bir konuda yazmam gerekti. Ama bu yazıları genelde yaşadığım olaylar üzerinden yazdığım için bunu araya eklemek istedim. Bir de bu yazıya öğlen saatlerinde başlamış olsam da tamamlamam yol vb. nedenlerden dolayı şimdiyi buldu.

Geçen hafta sonu MBMTR için İstanbul’a gittiğimi yazmıştım. Normal şartlarda buradan yazar mıyım yazmaz mıyım diye düşünürken(çünkü geçen sefer yazmamıştım) yazmaya karar verdim.
Yazılarımdan alışılageldiği üzere yine derinlemesine uzun yazacağım yani. Nereden başlayacağımı bilmiyorum ama sanırsam II. MBMTR’nin sonundan başlamakta fayda var.

II. MBMTR’den sonra yeniden gitmek için sabırsızlıkla beklemeye başlamıştım. Nedeni ise oradaki ortam ve arkadaşlıklardı. Ancak organizasyonun ertelenmesi bu konuda belli karışıklıklar da çıkarmadı değil doğrusu.

Dürüst olmam gerekirse geçen seferki kadar çalışmama gerek olmadığını bildiğim için çok da derin araştırma yapmadım. Pek de sıkıntı çıkmadı.

Açıkçası geçen seferki gece yolculuklarından sonra gece yolculuk yapmayı beklerden sabah 10’da otobüse bineceğim gerçeğini tuhaf karşıladım doğrusu. Ayırca otele çalışmalardan bir gün önce gitmek de mutlu etti tabi.

Geçen seferki yorgunluğu hatırlıyorum ve hatırlamak istemiyorum.

Bu sabah yolcuğu için bazı şeyleri(Dershane sınavı) öne çekmek gerekti. Bu da sinir bozucu bir durum oldu. Ama buna değeceğini bildiğim için pek de takmadım.

Yolculukta yerin karışması sonucu ayakta kalmak gibi bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığımı düşünürsem pek den sakin bir yolculuk olmadı diyebilirim. Otobüs yolculuğu işte. Ama o yolculuktaki deniz otobüsü kısmı her daim güzel.

İstanbul’a vardıktan sonra Dudullu’da otele gidecek servisi bekledik. Orada hafif hafif başlayan yağmur otele gidince gerçek yüzünü gösterdi. Otele yerleşme falan derken akşam yemeği(ne kadar otel beş yıldızlı olsa da geçen seferki yakın dostumuz Subway’in sandviçleri yine bizi karşılıyordu) sonrası maç keyfi yaptık. Maçlar istediğimiz gibi gidince keyfimize denecek yoktu doğrusu. 

Sonrasında ise geceyi eğlenerek geçirdik. Tıpkı diğer geceler gibi. Normalde 2 kişili olan ama bizim için 4 kişilik yapılmış odada bu sayıdan kat kat daha fazla kişiyle bulunmak eğlenceyi arttırdı. Bu arada otel harbiden güzeldi.

Servislerle ilgili her zaman tuhaf şeyler yaşayan biri olarak ben yine bundan kurtulamadım. Bu sefer de hostes(ya da host diyelim) koltuğunda seyahat ettim. Yağmurdan dolayı oluşan(bazen de aracın klimasından) buğulu hava yüzünden fotoğraf çekmek bazen imkansız hale geldi. Ama yine belli yerleri çekmeyi başardım. Bu arada fotoğraf demişken; yine manzara fotoğrafı çektim bol bol. Kendimin içinde olduğu fotoğrafları çekmeyi sevmiyorum nedense. Ama beni çeken birçok kişi olduğu için o fotoğrafları toparlayacağım. Onu buradan yayınlar mıyım bilmiyorum. Çünkü herkes paylaştı onları.

İlk gün sabah açılıştan sonra konsey ve komitelere geçildi her şey yeniden başladı. İlk alıştırmalar kendini tanıtmalar derken ilk oturum bitti ve ikinci oturuma geçildi. Açıkçası önergemizi hazırlamak zor oldu. Bazen tartışma yoruyor başka yerde muhabbet ediyorduk. Bunun yanı sıra ilk günde önergelerin bitmesi gerektiği için bayağı uğraştık.

İkinci gün sabah da bir alıştırma(o sırada bayağı gerildim) olduktan sonra önergeleri tartışmaya geçtik. Önergelerin tartışılması konusundaki acımasızlık rahatsız ediciydi. Sadece onun yüzünden önerge geçmedi. Ama hazırlanan dört önergeden sadece bir tanesinin geçtiğini düşünürsek bu durum normal karşılanabilir bence.Bu arada ilk defa üzerinde emek harcadığım bir önerge geçemedi.
Üçüncü günde bundan farksızdı. Son tartışmalar yapıldı. Sonrası kapanış töreni, yolculuk vs.
Tabi ki üç gün boyunca sadece buları yapmış olacağım/olacağımız düşünülemezdi. Dedikodu kutuları, boğaz turu, yemekler, orada oluşan güzel ortam ve daha fazlası. Konuşma yapmadığım ve süre sınırlaması olmadığı için tek tek girmekte sakınca görmüyorum.

Dedikodu kutuları bu tip etkinliklerin eğlence kaynaklarından biri olduğu için vazgeçilmezdir. Geçen sefer hakkımda bir şey yazılmamıştı ama bu sefer hatrı sayılır bir dedikodu yapıldı hakkımda. En büyük sorun ise hızlı konuşmam. Genelde hızlı hareket eden biri olduğum için ve bu yüzden hızlı konuşmam herkes tarafından rahat anlaşılır çünkü buna alışmıştır herkes. Buna karşın yeni bir ortamda bu kadar hızlı konuşmamın adam akıllı anlaşılamaması doğal karşılanır bir durumdu benim için. Ama böyle şeyleri kafama çok taktığım için rahatsız olmadım da değil. Hakkımda yazılanlara örnek vermek gerekirse “Endonezya alt yazı geç lütfen”, “Endonezya delegesi o kadar hızlı konuştu ki bir an dilinden alevler çıkacak sandım”, “Endonezya delegesi akıllısın ama biraz yavaş”. Bunun yanı sıra bu tip bir etkinliğe 3. kez(MBM için 2) katılmama rağmen ilk defa kürsü konuşmasını burada yapmam, daha doğrusu yapmaya çalışmam da tuhaf oldu. Soru sorarken ne kadar seri ve düzgün konuşuyorsam kürsüde o kadar yavaş ve anlaşılmaz konuşuyordum. Hala acaba kimse beni anlamadı diye mi soru sordular diye düşünüyorum. O yüzden kürsüde kötü olduğuma dair eleştirilere hak veriyorum.

Dedikodu kutularında geçen diğer muhabbetler daha çok idari personele yönelikti. II. MBMTR’de başım bu yüzden belaya girdiği için tercihen o konuda yazmadım. Ama bayağı yazan vardı. Akrostişler akıyordu. Bu konuya tekrar değineceğim. Onun dışında bazıları bayağı derin iç dökme ve hakaret etme üzerineydi. Genç Öngörü Derneği Başkanı’nın bizim konseye başkanlık yaptığı sırada okuduğu bir dedikodu sert görünümünün altındaki romantik insanı ortaya koyuyordu. Ayırca başkan ve başkanvekillerimize yoğun bir sevgi akını da söz konusuydu.

Boğaz Turu her zamanki gibiydi. Beşiktaş’tan başlayıp Ortaköy Cami’ye belli bir mesafe yakınlığa kadar geldi orada bekledi geri döndü. Ben de bol bol fotoğraf çekme imkanı buldum. Geçen sefer restorasyon olduğu için çekememiş olduğum Ortaköy Cami’yi(İstanbul deyince aklıma birçok yerden daha önce gelir) çekmek güzel oldu. Ayrıca Boğaz köprüsünün altına ışıkla yazdırarak evlenme teklifine rastlamamız hoştu. Ama bunun rutinleşmiş bir şey olduğunu öğrenmek moralimi bozmadı değil. Boğaz Turu deyince müzik ve dans olmazsa olmaz tabi. Ne kadar normal şartlara göre çok daha fazla dans etmiş olsam da hayır, hala dans etmek bana göre değil diye düşünüyorum. Bir de İstanbul’da rüzgar olmayınca havanın güzel olabileceğini gördüm.

Yemekler her zamanki gibiydi diyebilirim. En büyük yoldaşımız Subway’in sandviçleri oldu. Otelde bile onu yedik. İkinci pizza getirdiler. Ama bayağı arttı(Ki bu hoş olmadı). Onu dışında açık büfe ve etkinlik alanındaki kahvaltı ikramı güzeldi. Her fırsatta yararlanmaya çalıştım. Tadı bence böyle daha güzel çıkıyor. ama bu sefer birçok kişinin midesinin bozulması kötü oldu. Boğaz turu sırasında McDonalds getirdiler ama geçen seferki kumpanya gelirse de olurdu hani.

Ortam. Geçen seferki gibi her delegasyon arası bir koltuk olmadığı için(öyle olsa salona sığmazdık) daha samimi bir ortam oluştu. Biraz da herkes kaynaşmaya meyilliydi. Herkesi tek tek sayardım ama yazılacak çok isim var. Sonuç olarak burada güzel anılar bıraktık. Ya da aklımızın belli bir köşesine kazıdık bunları. Bunu bu kadar kısa anlatmak üzücü ama hem yazı uzun oldu hem de hala yazacaklarım var.

Etkinlik sırasında belli tuhaf olaylar da yaşandı. Her önerge sonuna eklenen madde üzerinden tartışma çıkması gibi. Düşen görevliler, pencereden salona gelen diğer görevliler, taklitler, tartışma sırasındaki komik muhabbetler. Ya da Boğaz Turu öncesi Beşiktaş Belediye Başkanı ile karşılaşmamız gibi. Bazen de sıkıcı gereksiz tartışmalar da vardı. Fiil tartışması gibi. Bazı savunmalardaysa bireyin psikolojisi hiç önemsemediği için beni delirtti. İki seferde de konuşma fırsatı yakalayamadığım için daha da gerildim. Eğer konuşsaydım ya da soruyu sorsaydım çok sert konuşacaktım. Bir de 2. günün gecesinde otelin dışından bir şeyler aldıktan sonra geri dönerken benim yüzümden yanlış yere girip o an başlayan kuvvetli yağmura yakanlandığımız için kendimi kötü hissetmiyor değilim.

Bu etkinliği benim için unutulmaz yapanlardan biri hiç şüphesiz kapanış konuşması için seçilen delegelerden biri olmamdı. Öz eleştiri yapmam gerekirse konuşma kötünün iyisi ile fena değil arasındaydı. Konuşmayı her zamanki gibi(yazıdan anlaşılıyor bence) uzun tutmam bazı konularda biraz fazla durmam, bazen kelimeyi toparlayamamam, bazen de dediğimi unutmam tuhaf bir konuşma ortaya çıkardı. Ama bir noktasında yaptığım gaf -ki öyle olduğunu sadece bu yazıdan birkaç saat önce fark ettim- beni şo etti. Konuşmayı paylaşmayı düşündüğüm için şimdilik yazmayacağım be olduğunu. Umarım kimseyi zor duruma düşürmemişimdir. O konuşmayı yakın zamanda paylaşmayı düşünüyorum ama alabileceğim tepkilerden dolayı da korkmuyor değilim. Ama şu da var ki ilk defa kürsü konuşması yaptığım bir organizasyonunun kapanışında herkese karşı konuşmak zor oldu. Neyse ki o sırada çevremde değerli bir grup vardı da facia yaratmadan kurtardım. Süre konusunda uyarı alan tek kişiydim. Ama o uyarı yüzden bütün konuşmadaki dengem dağıldı. Hatrı sayılır bir teşekkür edilecek kısmı atladım.

Sonuç olarak ne kadar eleştirsem de benim için çok önemli bir etkinlikti III. MBMTR. Birçok anı, arkadaşlık, dedikodu, muhabbet, eğlence, macera ve daha aklıma gelmeyen veya yazamadığım birçok değeri taşıdı benim için. Belki de son kez bu tip bir katıldığımı düşündüğümde gayet güzel bir etkinlik oldu. Bana bu kadar uzun yazdıracak kadar önemli ve değerli bir etkinlik. Adam akıllı veda etme fırsatı yakalayamadığım herkese şayet bu yazıyı okuyorlarsa buradan veda etmek istiyorum. Son olarak söylemem gereken bir şey varsa o da burada herkesi ve her şeyi özleyeceğim gerçeğidir. Hiçbir şey unutulmazdı, umarım burada tanıştığım kişilerle yeniden buluşma fırsatını yakalarım. Görüşmek üzere….

14 Eylül 2014 Pazar

Vedalar Olurken

Uzun süredir uzunca yazmıyorum. Aslında milyon tane konu aklıma gelmiş olsa da içimden yazmak gelmediği için yazmadım. Öteki türlü zorla yazınca pek hoşuma gitmiyor yazdıklarım.

Peki ne hakkında yazacağım? Geçen yıl aynı dönem okula dönüşle ilgili bir yazı yazdığımı hatırlarsanız, o duyguları yine hissediyorum ama kendimi tekrarlamayı sevmiyorum ayrıca kolaya kaçmış oluyorum öyle. Geçen yıl aynı dönem yerine geçen yıl sonunda yazdığım yazıya bakmam gerekirse orada da vedayı konu aldığımı görüyorum. Bu yıl okuldaki son yılım olduğunu düşündüğümüzde aslında bu konu üstüne yazacağımı da tahmin edebiliriz. Ama bu sefer vedayı farklı bir yönden ele almak istedim. "Vedalar Olurken"

Birkaç aydır yazmak istediğim bir konuydu aslında bu. En uygun vaktin de bugün olduğunu bildiğim için bugüne sakladım arkadaşı. Şimdi bu yazı zorlama olmaz mı derseniz hayır çünkü bu konuda çok fazla düşüncem var.

Hayatımda büyük çaplı vedalar olurken bazı şeyler benzer yaşandı aslında hayatımda. Özellikle değişim. Tamam atıyorum bir yerden bir yere taşındınız her şey değişir ama anlatmak istediğim taşındığınız yerdeki değişim mesela. Sanki sizi vedaya hazırlar gibi hissettiğimiz değişimler.

Bu tip değişimlerin başında gelen şüphesiz taşınınca olanlardır. Sonrası mezuniyetler veya diğer güzel şeyler işte. O zaman en baştan başlamanın sakıncası yok bence(ama bence). 

İzmir'de ilk yaşadığım yer Şirinyer-Çamlık Mahallesi'ydi. Orada doğduğum tarihten 6 yaşıma kadar olan süreci yaşadım ama oradaki kadar sokağa çıkmamışımdır başka yerde. Ama taşınmadan bir süre önce ne kimse adam akıllı sokağa çıkmaya başlamıştı ne de başka bir şey yapmaya. Sonrasında da bu devam etti. 

Oradan Karşıyaka'ya taşındık. Orada hayatımdaki birçok ilki gerçekleştirdim diyebilirim. Ne kadar oradan taşındıktan sonra keşke şunu da yapsaydım demiş olsam da Karşıyaka'da benim için çok fazla önemli şey oluştu. Ve o 7 yılın sonunda oradan taşınma vaktim de geldi. Ama öyle şeyler oldu ki sanki Karşıyaka'da taşınmamı ister gibiydi. Her şey o kadar değişti ki artık etrafta şaşırdığım şeylerin sayısı artmıştı. Hani her yer gelişir ama bu kadar şeyin üst üste yapılması normal değildi. Bunda yerel seçimlerin de etkisi olsa da o dönemde taşındım sonuçta. Örnek vermem gerekirse yolların değişmesi, metro yüzünden üst geçit vs.'nin kaldırılması kaç yıldır görmeye alıştığım yerlerin kapanması, değişmesi veya yeniden düzenlenmesi. Bunları sadece genel başlık halinde almam zaten uzun bir başlangıçla giriş yaptığım yazı için daha hayırlı olur sanırsam. Normal şartlarda bunun 5 katı falan yazmam gerekirdi. Ama son birkaç şey söylemem gerekirse Karşıyaka'dan taşınmak zor oldu. Taşınma hikayem de tuhaftı. Bu veda olurken tuhaf hislere sahiptim doğrusu. 7. Sınıftan sonra Buca'da ilköğretim hayatımdaki son senemi geçirdikten sonra mezun olduğum okul hakkında çok da bir şey bırakamadım maalesef. 

Gel gelelim lise dönemine. Geçtiğimiz 3 yıla. Bu okulu tercihlerime yazdığımda burada yaşadıklarımı yaşayacağımı düşünmezdim. Başka bir deyişle bana 3-4 yıl önce burada bunları yaşayacağımı söyleseler inanmazdım. Birçok etkinliğe katıldım. Belli konularda kendimi geliştirdim. Her tarafı kütürdeyen vücudumu birazcık da olsa toparlamam(o aslında 8. sınıfa kadar dayanır) etkinlik kapsamında İstanbul'a gitmem(yine gideceğim) ve daha birçok şey. Ama bu yıl son senem. Buraya da bir veda yaklaşıyor. Burada da belli değişimler başladı. Okul müdürünün değişimi ile başlar(Geçen yaz 3 defa değişme imkanı bulmuş). Ve okulda yapılan belli düzenlemeler(Sınıfların ayarlanması yeni dersliklerin oluşturulması(sanırsam), bir de bu yıl gelecek öğrenci saysının bayağı fazla olması). Aslında hep oluyordu ama bu yılki biraz daha ciddi. Mezun olanların gidişi, yeni öğrencilerin gelişi(Gelen gideni aratır derler). Bir kısmı dediğim gibi normal olsa da bazıları ciddi değişimler.

Bir de bu değişimler vedadan sonra devam ederler. Belki veda edilen yer veya şeyden uzak kaldığımız için daha göze batsa da koyuyor adama. Şirinyer'deki evimin karşısındaki ağacın yıkılıp yerine ev yapılması. Karşıyaka'da dediğim şeylerin hız kazanması(özellikle dükkan vs.) ve 7 yıl okuduğum okuldaki dengelerin değişmesi(hocaların değişmesi), eski sınıfımın turnuvalar konusundaki talihsizliğini yenmesi(doğrusu final talihsizmiş ama) gibi. Açıkçası bu sefer neler olacak merak ediyorum.

Biraz dikkat ettiğimde aslında bütün vedalarda durumum aynı olduğunu fark etmem bu yazıyı biraz daha farklı bir şekilde anlamlı kıldı benim için. Bu sadece benim basit hayatımdaki bir veda. Bazı vedaları insan yaşamasa dahi hisseder ya insan(örneğin kızını evlendiren bir babanın yaşadığı mutluluk ile vedanın verdiği hüzün arasındaki hissiyat) onları düşündükçe ve gördükçe dediğim gibi değerleniyor bu yazı gözümde. Hiçbir şey eskisi gibi kalmıyor. Ama nedense ben hep o eskiyi özlüyorum. Nedenini bilemesem de hep böyle olmuştur benim için. Değişimi kabullenmekte çok sıkıntı yaşamam ama değişimi de istemem doğrusu.

Vedadan öte yakınma yazısı olan bu acayip yazı pek kafamdaki gibi olmadı doğrusunu söylemem gerekirse. Biraz da karışık yazmam benim bile kafamı karıştırdı. Tuhaf bir gündü bugün. Belki bu yüzden kafamı veremedim yazıya. Ama vedalar olurken insan arkasında çok fazla şey bırakıyor be. Belki de bu yazıyı yazmamın nedeni vedanın ya da vedanın hayatıma etkisinden korktuğum için. Belki de hayatımda yaşadıklarım, bitmesini istemediğim bazen tuhaf, bazen sinir bozucu ama bazen güzel olan bir rüya olduğunu düşündüğüm için. Onu bilemem ama işin en acı yanı korkunun ecele faydası olmaması. Buradan da çıkarttığım şu var: "Vedalar kaçınılmaz ama anılar da bu yüzden var ve bu yüzden unutulmazlar." 

14 Ağustos 2014 Perşembe

Arabesk/Arabesk Yaşam ve Kültür Ayrımcılığı

Aslında bugünkü yazacağım yazıyı uzun süredir yazmayı planlıyordum. Sadece biraz araştırma yapmam gerekti. Birkaç konuyu inceleyeceğim bu yazıda başlıklar şu şekilde.

Arabesk
Arabesk Yaşam
Ayrımcılığın neden kötü oluşu(Arabesk konusu içinde alt başlık)

Bunu yazmak istememdeki nedene gelecek olursak, arabesk çok sevdiğim bir müzik türü olmasa da hep yanlış anlaşıldığını düşündüğüm ve son dönemde de bayağı aşağılandığını gördüğümden arabeski ve aşağılanma konularından dolayı ayrımcılığı konu aldım.

Arabesk nedir? Belki de cevaplanması gereken en büyük soru bu. Vikipedi'de baktığınızda bayağı farklı şeyler olarak karşılıyor. Bir bale pozisyonu vs. falan. Ama oradaki tanımı oryantal müziği olunca şaşırdım. Zira oryantal müziğe baktığımızda göbek dansı diyor. Aradaki mantıksızlığı siz düşünün. Bu konuda ben bile garipsedim durumu.

Arabesk dilimize Fransızca'dan geçmiş Arap tarzı anlamına gelen sözcüktür. Müzik türü olarak arabeskin geliş tarihi Vikipedi'ye göre 1940, başka kaynaklarda 1950'de Nuri Sesigüzel veya 1960'larda geldiği de söylenmekte. Nedenleri ise yasaklar yüzünden alternatif müzik arayışı olarak yazılmış(Radyocuların sevdiği müzklermiş ve yayılışı böyle olmuş). 

Arabesk deyince akla genelde karamsar kökenli müziklerin geldiğini hepimiz biliyoruz. Ancak anlamının Arap tarzı olması ve Mezdeke'nin de Arap kültürü içinde olduğunu düşündüğümüzde bu konunun daha da karışık hale geldiğini düşünüyorum. Ama yine araştırmalarıma göre arabesk kelimesi sözler yüzünden değil enstrümanların Arap tarzı kullanışından oluştuğunu gördüm. Yani arabesk Türk müziğidir. 

Enstrümanların arap tarzı kullanıldığını söylemiştim. Bunu eski -özellikle vurgu burada zira yeni müziklerde bu hava yok- Arap müziklerini arabeskle karşılaştırdığınızda anlıyorsunuz(Zaten birçok şarkıda arkadaki büyük orkestrayı göreceksiniz). Genelde ağır bir hava vardır. Ama Arap müziklerinde bunun nedeni aşk(aşk acısı değil sevgilinin güzelliği vs. Divan Edebiyatı'ndaki havayı düşünün) iken arabeskte bu daha çok salt acıya(isyan vs) kaymış vaziyette. Aralarındaki en büyük fark bu.

Bulduğum bir yazıda müziğin içindeki acı kavramı gayet güzel açıklanmış:

"Acı, Keder, dert, hüzün her yerde her şeyde vardır.Müzik anlamında bakacak olursak Türk sanat müziğinde de batı müziğinde de halk müziğinde de gani gani mevcuttur. Popüler müziğin kraliçesi diye tabir ettiğimiz Sezen Aksu dahi sözlerinde "Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir." demiştir."

Arabesk yaşam olayı ise farklı bir dünya. Kullanımı büyük ölçüde yanlış olan bu kavram arap tarzı yaşam anlamına gelmekte. O konu farklı. Ona girersem ana konudan saparım. Bunu da aynı yazıdan örnekleyerek anlatayım isterseniz. 

"Bir de arabesk yaşam tarzı vardır. Sosyologların dahi yanlış kullandığı ve yanlış teşhis ettiği bi durumdur. Arabesk yaşamın anlamı Arap tarzında yaşamak demektir. Gecekondu yaşam tarzı veya eğitim seviyesi düşük kenar mahallede yaşayan insanların yaşam tarzı değildir.Bu Araplara hakarettir en başta."

Zaten bunu alıntıladığım yazı anlatacağım şeyler gayet güzel açıklanmış. Bayağı bir kaynak kullandığım için yazının sonunda kaynakça verme ihtiyacı hissettim. O yazıyı da orada bulabilirsiniz. Normalde alıntılayıp geçebilirdim ama yazıyı ben yazmak istedim.

Bir de bizdeki arabeske bakış açısı var. Onu şu yazı gayet güzel gösteriyor. Kendi lejantı bile oluşturulmuş(kendince).

http://sessizikra.blogcu.com/arabesk-nedir-nasil-yayilmistir/5103643

Bir de Radikal Gazetesi'nin 10 Soruda Arabesk başlıklı bir yazısı var. İlk madde anlamı konusunda gayet açıklayacıyken diğer maddeler müzik hakkındaki genel görüşü belirtmiş adeta. Ama yok yanında şu içilir gibi tabirler olmamış. Saçma durmuş. O yazının linki de altta.

http://www.radikal.com.tr/hayat/10_soruda_arabesk-1108268

Gel gelelim bu yazıyı yazmamdaki başka bir amaca. Ayrımcılık. Aşağılama. 

Fazıl Say'ın bir tweetinde Arabesk yaşama iğnelemede bulunması(daha öncesinde direkt arabeske de tepkisini koymuştur) beni bu yazıyı yazmaya itti. Yoksa farklı bir konuda yazmaya niyetim vardı. Böyle bir tepki toplum için belli bir öneme sahip birinden gelmesi rahatsız ediciydi. Bir de biraz siyasi bir meseleden yazılması daha da rahatsız ediciydi; çünkü bu gibi durumlarda tepki gösterirken insan karşısındakine dikkat etmez. Örneğin, yanınızda birileriyle televizyon izliyorsunuzdur. Ama izlenilen film yerine siz başka bir filmi izlemek isterseniz, o yüzden film IMDB'den 10/10 almış bir film olsa bile(öyle bir film var mı bilmiyorum) o filmden şikayet edersiniz. Yok bu böyle, yok şu şöyle diye. Şayet iyi filmse ve bunu anladığınızda yine filme laf edersiniz ama durumun verdiği o tuhaf hisle bu çok zayıf bir hale gelir. Bu durumu da ona benzetiyorum işte.

Benim burada tepki gösterdiğim şey onun bir müzik türü ve onunla oluşmuş bir kültürü aşağılanması. Ne olursa olsun, hiçbir kültür aşağılanamaz. Sevmeyebilirsiniz, bunu dile getirebilirsiniz ama aşağılayamazsınız. Bu genel bir tepki bu arada. Herhangi bir kişiye yüklenme değil. Öyle yaparsanız bu ayrımcılık olur. Bunu bir ırk üzerinden yaparsanız ırkçılık olur. Bu kadar ciddi bir durum ortadayken bunu yapmak doğru değildir. Dan Bilzerian Türklere küfür etmiş. Biz ona ne kadar küfür ettik acaba. Adamın hayatıyla ilgili yazı okurken ne adammış a... gibi cümlelerden başlar, bu son olaydan sonra bayağı uçar gider. Hadi kabul ediyorum onun yaptığı bu şerefsizlik adilik ciddi. Ama aynı ırktan insanların birbirine bunu yapması da hoş değil. İnsan kardeşine bunu yapmaz değil mi? İç savaşların normal savaşlardan daha tehlikeli olduğunu düşünen biri olarak bunu kınarım. Dediğim gibi, bu olay yüzünden yazdım ama tepkim bunu yapan herkese.

Bu ayrımcılık konusunda yine o içimdeki derdi anlatan yazıdan bir alıntı daha yapmak istiyorum:

"Benim kızdğım nokta arabesk ismiyle adlandırılan değerlerin aşağılanmasıdır. Batı arzı ve müziği yüceltilirken doğu tarzı ve müziğinin aşağılanması neden? Yada Türk Müziğini aşağılamak neden. Bu gün bunun en büyük savaşını Gencebay'ın kendisi vermiştir. Kazanmıştır da nitekim. Yöneticiler Değişmiş dahi olsa bir devlet kurumu olan TRT tükürdüğünü binlerce kez yalamıştır."

Bir de şu intihar vakaları vardır. Kimse alınmasın ama milletçe çok duygusal ve her şeyi içten yaşayan sıcakkanlı bir milletiz. Bunun gibi olayların olmasının üzülerek de olsa doğal karşılıyorum.

O yazı konu olarak daha farklıydı. Onu da bu paragraftan anlayabiliyoruz. Neyse. Sonuç olarak arabesk bizim sandığımızdan farklı. Ben bile arabeski bir Arap müziği olduğunu düşünürdüm. Ne kadar ben hiç Arap kültüründe o karşılaşmadım, nereden geldi bu kelime diye defalarca kez düşündüm ama bugün araştırırken öğrendim. Bir de bunun içinde siyaset oluşu ve benim de siyasetten nefret edişim bu yazıyı yazmaya zorladı. Bana göre ayrımcılığın her türlüsü tehlikeli. Her zamanda öyle olacak.

Son olarak kaynakçayı vereyim ve de bu yazıyı bitireyim.

http://forum.memurlar.net/konu/763692/ (Bu o alıntısını yaptığım yazı).

http://tr.wikipedia.org/wiki/Arabesk_m%C3%BCzik

(*) Bu farkı anlamanız için bu iki şarkıyı koydum.

Samira Said - Al Gaani Baad Youmain (Bu aralar kafamda bu var.)

https://www.youtube.com/watch?v=PY7d80RofNw

Adnan Şenses - Doldur Meyhaneci
https://www.youtube.com/watch?v=7mU8s9TrKOU

Not: Ne yalan söyleyeyim. Bu yazı bana bile uzun geldi. Okumuşsanız harbiden ama harbiden helal olsun. Bunu okumak sabır ister.

10 Temmuz 2014 Perşembe

Bazı Diziler İşte



Yazın getirmiş olduğu boş vaktin üstüne Ramazan gelince yeniden televizyon izlemeye döndüm bu aralar. Bayağı bayağı dizi takip ediyorum. Ama biliyorum bunları hepsi bir rüya bir ay sonra da bitmiş olacak.

Dizi takip ediyorum demişken. Geçenlerde televizyonda dolanırken tekrarı yayınlanan bazı diziler dikkatimi çekti. Nedeni ise onların yayından kaldırılmış olmaları. Bütün hepsini almayacağım tabi ama bazılarını görmek rahatsız edici.

İlk başta dizilerini sevmediğim Star'dan başlayalım. Nedense pek dizisini sevmem ya da sonradan aldığı dizilerin bitmesi adına yırtındığı için pek sevmiyorum. Dİziye gelirsek, Baba Ocağı. Bu dizi gayet sağlam bir şekilde giderken bir anda dizi yayından kalktı. Sonradan öğrendik final olmuş(!). Kanala bayağı istek yağmış devam etsin diye ama kanal izin vermemiş.

İkincisi ise Leyla ile Mecnun. Fİnalini gördükten sonra ne kadar iyi ki kaldırıldı ben o finali kaldıramazdım desem de, TRT 1'in yayınlarını koyması üzücü. Sen git reyting yapmıyor diye kaldır, sonra gündüz kuşağında koy. Ayıp. Diziyi sevene, dizinin çalışanına ayıptır.

Doktorlar'ın ve Cennet Mahallesi'nin yayına girmediği bu kutsal yazda da yeni başlamış, tekrarının her 15 günde bir tekrar ettiği diziler de var. Bunun amacını pek çözebildiğim söylenemez. Reyting tespiti için bile olsa saçma. Aklıma TRT Çocuk'un test yayınları geldi. Günde 10 defa aynı çizgi filmin aynı bölümün koyarlardı. Ben de açılmasını dört gözle beklerdim. O dizilere de en güzel örnek Kara Para Aşk sanırsam.

Normalde bazı dizilerin bitmediği için yayına koyulmasına karşı olsam da Arka Sokakları'ın arkasındaki 8 civarındaki sezonuyla zaten yaklaşık 90 güncük süren yaz tatilini bayağı iyi doldurduğunu söylemem lazım.

Son olarak söylemem gereken bir şey varsa o da milyon tane dizinin yayınlandığı. Aslında bu yazıyı yazmaya başlamadan önce bütün dizleri yazmayı düşündüm ama 3 kanalın yayın akışına baktım, üşendim ve vazgeçtim. Yazın getirdiği işsizlikle bunu yazdım. Okuduysanız sağ olun.

Hakkımda



Şayet beni ilk defa görüyorsanız diye bu yazıyı dedim ilk başta. Bu blog Twitter ve Tumblr'a da paralel olacak bir yer. Orada yazdıklarım da burada olacak. Eğer daha önce neler yazdığımı araştıracak olursanız diye aşağıdaki adreslere girin derim.

Twitter için:

twitter.com/deliliktir

Tumblr için:

deliliktir.tumblr.com

Umarım önceki yazdıklarımı ve şimdi yazacaklarımı beğenirsiniz.