2 Ekim 2015 Cuma

Ve Sonunda Okul Başlar (Son Bölüm - 12. Sınıf ve Mezuniyet)



Not: En altta şarkı önerilerim var dinlerken hüzünlendirebilir dikkat edin bence(Bence yazı bittikten sonra dinleyin). Benimkisi sadece tavsiye. 

Not 2: Sanırsam en uzunu bu oldu yazıların. Her zamanki gibi bu yazı da bayağı uzun.

Ne kadar çabuk geçti değil mi olanlar? Demiştim ama 4 yıl 4 gün gibi olacak diye. Neyse konuya dönelim. En sonunda geldim finale. Son sene. Geçen sene yılın başında Vedalar Olurken adlı yazımda da yazdığım gibi. Eğer bir yerden ayrılacaksam orada çok fazla değişim olur. Sanki defol git der gibi. Ya da bunlar benim gözüme batıyor. Bilmiyorum. 

12. sınıfa kayıpla başladık desem yeridir herhalde. Sınıftan ayrılan sevgili bir arkadaşımız var(Okursa söylüyorum andacı hala bende ilk fırsatta alsın). Ama sene içindeki tek ayrılık, tek veda bu değildi. Buna birazdan genişçe değineceğim. 

Yine(evet yine) yazdan başlıyorum. O yaz Ramazan'da ders çalışma girişiminde bulundum ama sahura kadar bunu yapmanın benim için faydalı olmayacağını anlayınca bıraktım. Gece gece uykum kaymış. Ders çalışmak mı? Hiç değilse ben beceremiyorum. O yüzden ders görme bakımından gene dershane yardımcı. Bu sefer beklenmedik değil de daha beklendik ve odaklanmış şekilde oldu tabi. Neyse, açık söyleyeyim konuşmam gerekirse hiçbir zaman kafasını derse gömen biri olmadım. Dershaneye başladığım ilk dönemde de ders çalışmadım. Ağustos'un ortasında başlayan dershane hızlandırma falan derken yavaş yavaş o sınav moduna giriyorduk. Ama yavaştı. Ne zaman hızlandığı her zaman olduğu gibi yazının ilerleyen kısmında. Deneme sınavlarına başladık sonra tabi. Kötü denilebilecek puanlarla başladım desem yeridir ama normal bir durum. 

Sonra da okul açıldı. Okulun ilk gününü hatırladıkça şaşırıyorum. Bütün sınıf çalışmak için kitap getirmiş. Ben getirmemiştim. İlk günden de olmaz demiştim. Sonar biraz sürü psikolojisi biraz da derste canım sıkıldığı için ben de kitap getirmeye başlamıştım. Ama soru dergileri kişisel tercihimdi. Soru bankası kelimesi bile psikolojimi bozuyor. Ben hiçbir zaman kitap bitiremedim. Hep bir kısmı boş kaldı. Bütün herkes tüm gazıyla ders çalışmaya başladı. Edebiyat fasikülünü hatmetmeler mi dersiniz, problemlerde ustalaşmak mı hepsi var. Bu arada direkt böleceğim ama bu biraz da sınav rehberi gibi olacak galiba. İstemeden yazılmış olarak.

Bu arada yeni konulara alışmak, okul sınavlarını vermek de ayrı bir olaydı. Bazı sınavlar çok zevkli geçiyordu(Niye acaba?). Ama bazıları için aynı şeyi söyleyemeyeceğim maalesef. Onda doğal olarak zorluyorlardı. Coğrafya sınavlarında eskiye döndük. 10. sınıfta hatırlıyorum. 10 boşluk 5 puan gibi sorular vardı. Bütün sınav yaz, yaz, yaz anca yetişiyordu. Buna benzer dil anlatım sınavım da vardı. Onda klasikler ve 25 soru vardı. İkisi bir arada olunca sıkıntı. 

12. Sınıf olsam da etkinlikler durmuyordu tabi. 11. sınıftaki MBMTR ertelendi. 12. Sınıfın başında gittim. E tam ders çalışmaya başlarken etkinlik girince sonrasında ders çalışmak çok zor geldi. MBMTR ama kesinlikle güzeldi. Yine olsa yine yapardım. Geçen muhabbetler. Yeni insanlar. Bir de kapanışta konuşmuşum(konuşma facia olsa da, susturulmak kötüydü). Oradaki en komik olay boğaz turunda ceketime takılan tokaydı. Hala duruyor bende. Neyse delege olarak katıldığım son MBMTR olarak. Delege olarak diyorum çünkü daha sonra 2 kez kabinede çalışarak bu etkinlikte bulunacaktım. İlk başta okul içinde yaptık. Son gün kalan sandviçleri cebime doldurmuştum. Başka bir deyişle eve ekmek götürmüştüm. Gerçekten. Ama bana soracak olursanız delege olarak kalmak daha zevkli. Yoksa benim gibi Word'de 35 sayfa yazı yazmak zorunda kalabiliyorsunuz. Ne yazmıştım. Öyle  ki ben o yazıda kullandığım bazı işaretleri nasıl yaptığımı şu an hatırlamıyorum. Bir de plakalar var tabi ki. Önünüzde taslak olunca işleriniz kolaylaşıyor. Bu arada yazmayı unuttum. 11. sınıfta ara verdiğim düşmelerin finalini MBMTR'de yapma zevkine eriştim. Hala nasıl düştüğümü hatırlamıyorum. Toplulukta hiiiii diye tepki veren de oldu arkasını dönüp kıs kıs gülen de. Ben yine umursamadım. Düşmek benim kaderim galiba. Bu son düşüş olacaktı. Okuldaki etkinlikten sonra ilçe genelinde yaptık ama o buna göre bayağı bir ileri bir tarihte.

İlk paragrafta değişim dedim değil mi? Değişim müdürden başladı bir kere. Müdür değişti. Belli şeyler de değişti tabi. Ama bizi temelde etkileyen çok şey yok. Hala boş ders oldu mu mekan belli. Ya etüt odası, ya da masa tenisi. Neyse gereksiz geyik kısmını bir kenara bırakarak asıl değişimi anlatayım. Ben geçen seneye Yaprak Dökümü demeyi seviyorum. Nedeni ise basit. Birçok kişi gitti. Geçen sene taban puanı mevzusunun kalkması sonucu birçok kişi okuldan ayrıldı. Yeni gelenler de oldu. Kimileri iyi, kimileri gereksiz(ve bundan doğacak gereksiz mevzular olacaktı). Belli bir grup zaten öyle ya da böyle geri döndü onlardan. Ama ayrılanlar üzdü bizi. Ne bileyim bazen gitmemişler gibi hissediyordum. Bazen bunu vefat etmiş ünlüler içn de hissediyorum. Öldüklerini unutuyorum. Burada da gittiklerini. Aslında değişim -bence- 11. sınıftaki Ankara-Eskişehir gezisiyle başladı. Ne bileyim o gezi sonrası bazı şeyleri daha farklı hissetmeye başladım. Bunda biraz gelişen olayların etkisi de yok değil. Puanların değişimi bunu katbekat katladı. 

Kronolojik sıralamayı hatırlamıyorum ama sanırsam bu dönemden sonra akılda kalıcı ilk yaptığım şey üniversite sınav kaydıydı. Klasik konferans salonu görevi sonrası koşa koşa gittim ve kayıt yaptırdım. O fotoğrafın şu an öğrenci kartımda olduğu gerçeği üzmüyor değil. Ama değiştirmeye de üşeniyorum. Kim gidecek Tınaztepe'ye. Ve asıl "Lan biz sınava giriyoruz." hissi burada doğdu. Burada bir kere daha hocalarımız yanılmadı. Lise hayatımda bu tip şeylerde hiç yanılmadılar zaten. Konuya dönersek, harbiden sınava giriyorduk.

Andaçlar var tabi. Burada böyle düzgün kafayla uzun uzun yazabiliyorum ama andaç yazma konusunda beceri-nitelik-yetenek bol delikli bir sıfır. Bu kadar kötü olamazdı. Ki bana yazılan çok güzel yazılar vardı. Kimisi beni doğru analiz etmiş, kimisi de beni güldürmüştü. Orada yazamamam dışındaki tek sıkıntı karakter sınırıydı. Benim ne kadar yazdığımı görebiliyorsunuz değil mi? Sizce ben 10.000 karakterde ne yapabilirdim. Biraz da bu yazamamamı sağladı. Sonra 13.000 oldu da o da işe yaramadı. Hele ki size yazılanların karakter sınırını aşması felaket. Neyi nereden keseceğini şaşırıyor insan.

Yılbaşı çekilişinde benim için ilk olmuştu o sene. İlk defa bir erkeğe hediye alacaktım. Hakkımı tesbih almaktan kullandım. En ilginç yılbaşı çekilişi de bu olmuştu benim için. Bir daha yapar mıyım bilmem ama bana sonmuş hissini yarattı. Belki de mezun olacağım için.

Okul içi konser olayını unutmadan yazayım. 1. dönemin sonuna doğru böyle bir fikir atıldı. Yapıldı da orada reji ve solist oldum. Şarkım değişti arada(Mor ve Ötesi-Deli'den Yükset Sadakat-Belki Üstümüzden Bir Kuş Geçer'e geçtim). Ama bu değişim iyi oldu. Çünkü 2 sene aradan sonra gene harika bir performans ortaya koyacaktım. Tabi seyirci ve şarkıyı çalan arkadaşlar sayesinde tabi. O gün bunu 3 kere tekrarlamak en büyük sıkıntı oldu. Yoruyor.

İlk dönemde içinde olmamama karşın takip ettiğim etkinlik Nasuh Mahruki'nin okula gelişiydi. Adamın okula gelmesi bile altın harflerle yazılması gereken bir şey. Okul başkanı ve yardımcıları iyi şi çıkardı. 12. sınıftaki okul başkanlığı seçimleri de efsaneydi. Gördüğüm en sağlam propoganda ile tarihi fark atıldı. Neredeyse 500 oy fark vardı iki aday arasında. Ama başkan da bu oyların hakkını verdi. 12 yıllık öğrencilik hayatımın en iyi okul başkanı oldu. 
Doğru adama oy verdim dedim tabi. Normalde oy verdiğim adam kazanmaz ama bu sefer garanti olduğunu bildiğim için verdim. En başarılı oy da bu galiba. 

Konferans salonunda görev almanın en güzel yanı normalde götürülmediğimiz konferanslara görevl isıfatıyla giriyordum. Bu şekilde Aiesec tanıtımı(11. sınıf) ve geçen sene yazar ile söyleşiye katılmıştım. Meslek tanıtım ve üniversite tanıtımlarını anlatmıştım. 11. sınıf yazımda 12. sınıfta salonun kadrolu elemanı-aranan adamı(kendimi çok övdüm kabul ediyorum) olduğumu anlatmıştım. Akne tedavisi gören ben için atlanan etkinlikler üzücüydü. Konferans Salonu demişken, orası eskiden spor odasıydı. Yeri turuncu, ara ara çatlamış falan öyle garip bir yerdi. Ne bileyim ilginç gelmişti bana.

Sonunda ilk dönem bitti(ilk kez Onur Belgesi almıştım o dönem) ve ikinci hızlandırma başladı. Onlara girdik falan derken dershanede verilen kitap beni gaza getirdi. Çözmem gereken alanın neredeyse tamamını çözdüm. Geometri yine boştu. Doğrusu o hep boştu. Dershane demişken, çapraz dersler de aldım. Fen Bilimleri hobi olarak öğrenilebilir ama ana bir amaç için öğrenmek zor iş. Sayısal olsam halim ne olurdu kestiremiyorum bu yüzden. Sömestr'dan sonra sınava 1 ay kalmış olacaktı. Bu arada son dönem efsane sınav stratejileri dönüyor. Yok efendim, deneme sınavlarını kurşun kalemle çözün vakit kazanın, yok şöyle yok böyle. Açık konuşacağım, sınavı böyle saplantı haline getirmeyin. Kaybeden kesinlikle siz olursunuz. Ben yeri geldi denemde 3 kalem kullandım(2'si uçluydu) ama bunun bana etkisi olmadı. Dediğim gibi saplantı haline gelince kötü sonuçlar doğabilir. Ne çok umursayın ne de umursamamazlık yapın. "DENGE". Bu sizin anahtar sözcüğünüz olsun. Bu ders çalışırken de geçerli. 

Son 1 ay sınava gerçekten çalıştım. Elimdeki soruların çoğunu çözdüm(Oradaki konuların çoğu çıkmayacak olsa bile). Ek denemelere de girdim. Bir ara puanlar uçtu ama YGS sonrası puanlar yılın başındaki gibiydi. Evet YGS'ye grmiştik(Öyle miydi acaba?). Yerlerin açıklandığı günü hatırlıyorum. Millet evinin iki adım ötesine çıkıyordu ben Karataş'a gidecektim. Erken gidip sabah yürüyüşü yapma planım vardı, yaptım da. Yalnız hava biraz soğuktu, Üşümedim değil. Sınav anlarını 2016 YGS sonrası anlatacağım. Şimdi anlatırsam köstek olmuş olacağım. Bu arada sınava girmeyi planlıyorum arkadaşlar. Maksat sınavdan hıncımı almak ve yemediğim ÖSYM şekerlerini yemek. Gerçekten, ne YGS'de ne de LYS'de yemedim. Tamam pek bir önemi yok ama merak işte. Sınav sonrasında ÖSYM'nin YGS fantezisi gereği sonuçları hızlı açıkladı. Soruları açıklayacağın ana senin ben ÖSYM. O andan sonra bizde o gün kalan sınav iptal edilmek zorunda kalındı. Millet bağırıyor sonuç açıklandı  diye. Yav, tamam bakacağız değil mi? Bunu yaptıkları için boş yere sinirlendim. Ben o yüzden sonucuma bakmadım. Zaten ilk bakan Coğrafya öğretmenim, sonra sınıf, sonra da ben oldum. Yırtmıştım sınavdan. Ama sevinemiyorsunuz bunu söyleyeyim. Çevrenize bakıp da sevinemiyorsunuz. Ben şahsen ağlamamak için zor tuttum kendimi. Karşımda biri ağlarsa kötü oluyorum. Neyse gereksiz sınav sonrası psikolojisi. YGS öyle sinir bir sınav ki ne kadar iyi bilirseniz bilin, eğer pratikliğinizi kullanamazsanız olmuyor. Bu daha sonrasını da etkiliyor. İnsan bir morali bozuluyor ama asıl olay LYS'de. Sıralamalar çok güzel değişebiliyor. Tabi bu sizin elinizde. Bu sınav rehberinden sonra hikayeye geri dönelim.

Sınav sonrası çalışamadım. O şevk gelmedi. Bunun iyi-kötü geçmesiyle bağdaştıramıyorum. İçimden gelmiyordu. Zaten LYS bilgilerimin bir kısmını unutmuşum(O yüzden ikisini bir yürütmek önemli). İyice soğudum. Bir de ilçedeki MBMTR olunca bayağı bir uzaklaştım hatta konu da kaçırdım. İntegral ile sonra çok derin hesaplaşacaktım. Türevi zaten zar zor yaparken İntegrali kaçırmak mükemmel(!) olmuştu. İlçedki MBMTR'den önceki gün okulun 10. yılında solist olmak da işlerim arasındaydı. Şarkıyı kötü söyledim. Çünkü şarkı düzenlensin denilirken ağırlaştırılmıştı. Mirkelam tizden söylenir. Ben pesten söyledim. Sonuç ben bile sıkıldım şarkıda. Ama sorgulamıyorum bana verileni yaptım ben. Bu arada şarkı Mirkelam-Tavla. Öte yandan zaten Allah'ın Tınaztepe'sinde sahnede karşınızda bir ışık var -ki far görmüş tavşan etkisi yaratıyor- bitiriyor sizi. Bu arada solist olmam arkadaki görevlerimi de değiştirmemişti. 

Bu seneye Yaprak Dökümü dediğimi söylemiştim. Buna taban puanları dışında bir şey daha etki etmişti. Açık öğretime geçişler. Bir anda olay yayıldı ve birçok kişi açık öğretime gitti. Bir değişim de burada oldu. İnsanın inanası gelmiyor. Kısa süre sonra bizim de izin almamız bu bolşuğun büyümesini engelledi.

O gün MBMTR'deki işlerin de birikmesi etkinlik sonrası 12'de gelen ben için sabah 5'te uyanıp iki video düzenlemem demekti. Biraz geç kaldım ama oldu. İşin kötü yanı videolardan biri yayınlanmadı. Güzel yanı iyi ki yayınlanmadı çünkü o video yayınlansaydı misafir öğretmenden daha az şey anlatacaktı(rezil olmaktan yırttım). Ama yayınlanan video zevkliydi. Etkinlik de güzeldi. Çok eğlendim. İkinci günün sabahı önergeleri düzeltmek uzun sürdü. Ama iki gün de eve yine kutuyla döndüm. Hele ikinci gün efsaneydi. Ama bu sefer diğer arkadaşların yaptığı efsane vurgun, benim eve götürdüklerimin yanında bir dağ gibiydi. Ama etkinlik resmen bittikten sonra dönerken çöp toplayanların "O, kardeşim iyi akşamlar" deyip yanına çağırması komikti. O kolinin bir fotoğrafı Twitter'da var. Şahsen buraya fotoğraf eklemeye üşendim. Neyse kapanış demişken. Okul içindeki etkinlikte  de susturulduktan sonra bu etkinlikteki konuşmam efsaneydi. Hayatımın en iyi konuşmasıydı. Ve bundan sonra nasıl konuşma yapmam gerektiğini anladım. Ne söyleyeceğimi direkt yazmamam lazım. Konu başlıklarını belirleyip oradan yürürsem daha iyi oluyor. O konuşmanın video kaydı olmaması üzücü ama aklımda kalanları bir metin belgesine yazdım. Şayet MBMTR ile ilgili yazarsam onu da içine ekleyeceğim. Orada İStanbul'dan gelen gözetmenlere susturulma konusunda göndermemi de yaptım. İçim rahatladı. Ve bir devir benim için böyle kapandı.

10. yıl demişken "Okulun En Hiperaktifi" anket ile açık ara farkla kazandım. Ödülün bana geleceği herkes tarafından öngörülen bir şeydi. O okulda koşarak katettiğim mesafeyi hayatının büyük bir kısmında koşmayanlar da var. Ama şu da var. Ben sadece okulda böyleydim. Benim ev hayatımı kimse bilmiyor. İşte bu yüzden bile birçok kişi beni tanımıyor diyorum. Bu bir yana harbiden ev ve okul hayatım çok ama çok farklı oldu. Hala da öyle. 

10. yıl, MBMTR derken o dönem bir etkinlikler silsilesi oluştu. Ben o arada ders çalışamadım. Ki ben 5 Mayıs'ta iznimi kullanmaya başladım(1 haftam da içeride kaldı devamsızlık hakkı olarak). Müdür Yardımcısına devamsızlık sormak için gittiğimde dalga geçecekti benle çünkü her türlü yetiyordu. İznimi aldıktan sonra iki etkinliğe daha katıldım. Biri Mezuniyet, diğeri de Şirinyer Anadolu'daki bahar şenliği. Orada halat çekmeyi kazandık. Hiç beklemiyordum. Kısa sürse de eğlenceliydi.  Eziyet verici mezuniyet provasından sonra(ki o tarih benim 9. Sınıfta düştüğüm tarihin 3. yıldönümüydü) mezuniyeti yaptık. Güzeldi. Ama finalde Levent Yüksel-Bu Gece Son çalarkenki an bir kötü oldum(Ama şarkıya da hayran kaldım). Bakın, ben normalde küfür etmem ama durum sinirimi bozdu küfür ettim. O günün trajik iki olayı vardı. İlki Tınaztepe(Evet nefret etmeme rağmen 3. kez gidiyordum oraya)'de salona gidince bana daha kimseyi selamlamadan "Muhammed, yardımına ihtiyacımız var" denilip görev verilmesi. İkincisi etkinlik sonunda  Kep ve cübbelerini toplanmasına kalmam. Ona isteyerek kalmadım ya. Oraya girdim ve çıkamadım. Ama işim yoktu. Sıkıntı da olmadı. O gece ile ilgili hatırladığım en ilginç şey o gece eve gitmek istemememdi. Benim gibi evine aşık bir adam için ilginç bir durumdu. Bunu ilk kez yaşadım. Başka yaşadığım da an yok.

Mezuniyet sonrası sınava abandım. İntegrali anlamak için verdiğim çabayı unutamıyorum. Gene sınavda pek yapamadım ama gösterdiğim çaba mükemmeldi. En azından çaba motive etti beni. Sonrasında LYS'ye girdim. Sözel sınavı çok zevkliydi. Vurdumduymaz şekilde sınava girmek mükemmel. Tavsiye ediyorum. Bunlar hep moral takviyesi. Ertesi gün Matematik-Geometri öptü ama unutmak için sözel sınavını düşünmek güzeldi. Sonra büyük finale yani benim için son sınav olan Edebiyat-Coğrafya'ya girdim. Kazık bir sınav beklerken, beklediğimden kolay olması çok güzeldi. Sonra sonuçlar açıklandı. Ve mükemmeldi. Ama Sözel'de puan ve sıralamamın Eşit Ağırlıktan yüksek olması mükemmeldi. O netlere rağmen. 

Arada karne günü ve Mezuniyet Balo'sunu atladım. Mezuniyet Balosu'na katılmadım. Ama az kişiyle daha da eğlenceli olmuş olduğuna eminim. Ben her zaman işlerin az kişiyle yapılmasını sevmişimdir. En azından insan ne yaptığını anlıyor. Karne günü ise en büyük hayalim Üstün Başarı Belgesi'ni aldım. Son belge eksiğim de buydu. Aslında 11'de almam lazımdı ama kimseye vermediler.

Neyse sınavdan zor olan şey benim için tercihlerdi. Ben hayatım boyunca böyle bir şey ile karşılaşmadım. Normalde insanların beni rahat bırakmasına alışkınım. Yoğum ilgiden nefret ederim. O döneme kadar Psikoloji isteyen ben, tercihlerimin arasına hukuk sıkıştırdım. Ve yine yanılmadım(o kadar hesaplama yaptım, bırakın da yanılmayayım) kendimi Dokuz Eylül'de buldum. İzmir'de olduğum için kafam rahattı. Hatta Tınaztepe'den de uzaktım. Ama Fakültenin Tınaztepe'ye taşınma durumu var. Sanki Allah cezamı verdi de ben bu Tınaztepe'de mahsur kaldım. Sevmiyorum diyorum, yolu eziyet diyorum ama yine yolum oraya düşüyor. Ama şu anki yerinde kapasite sıkıntıların yaşanması fakültenin taşınması gerektiğini gösteriyor. Bunlar da önümde gelişecek şeyler işte. Bunlar da kısmetse 4 sene sonra üniversite anılarımı yazmaya kalkışırsam anlatacağım şeyler. Ve benim için yazın diploma ve andacımı almamla lise - 4 yıllık büyük macera - sona ermişti. 

Yazı serisine son vermeden önce bu kadar çok şey yazmama karşın yaşadığım her şeyi yazmadığımı tekrarlamam lazım. Anlatılabilecek şeyler var, anlatılamayacak olaylar var. Ama arada anlatmayı unuttuğum şeyler de var. Ki bunlar hiç bitmeyecek. Biri kesinlikle ani hareketlerim. Bu yüzden Almanca'da 21 sayısını unutmamıştık. Sonra uçan ayakkabı olayı olmuştu tabi. Daha bunun gibi çok olay var  ve bunları yazıyı yazdıktan yıllar sonra bile yenilerini hatırlayacağım. Hala da aklıma gelmeye devam ediyor. Misal,10. Sınıf Muhammed Wars(benim adımı alan oyun benim bir vurma hareketimden oluştu). Minik bir sakatlanma olana kadar her şey güzeldi. Bir diğeri 9. Sınıfta sınıfa erken gelip meditasyonumsu bir şekilde kafamı dinlemem. Öğretmen sandalyesini duvara yaslarım, kapardım gözlerimi falan dinlenirdim. Güzeldi. Onun dışında erken gelip ilham patlaması yaşadığım anlar da oldu. Sonra ender de olsa arkadaşlarımla bir yerlere gitmem var. Feriştah olayı var bir kere(anlatılmaz yaşanır). En sonuncusu da 12. Sınıfta Amerikan Futbolu oynama denemesi. Gene adam sakatlanana kadar sıkıntı yoktu. Sonra yasaklandı tabi.  Bir de(Son desem de yine olay ekleniyor tabi) benim de sakatlanmanın eşiğine geldiğim şeyler var. İkisinin de ortak yanı kafama top yemem. Birinde bir süre kendimi tüm gücümle kullanamadım(10. sınıfta basket topunu ölümüne sert bir şekilde yedim), diğerinde ise bayılmanın eşiğinden döndüm(12. sınıfta kafama voleybol smacı yedim, bir an gözler karardı).

Uzattıkça uzatıyorum ama bugün(1 Ekim 2015) okula bir gittim ne var ne yok diye. Ve yine belli şeyler değişime uğramış. Çalışanlar, okulun yapısı, okulun idari yapısı. Ama değişmeyen şeylerin olması güzel olmuş. Hem zaten hatıralar var bir köşede. İsterse okulu kapatsınlar, bu anılar silinmeyecek. Neyse okulda kaldığım 4 saatte boş gezinmem bile beni eğlendirdi. Hatta derslere girmek bile. Özlemişim gerçekten. Doğrusu özlemek konusunda hiçbir zaman sıkıntım olmadı. Karşıyaka'dan taşınalı kaç sene oldu, sorsanız hala özlüyorum ama ikisinin yeri bende farklı tabi. Her ikisi de benim hayatımda önemli yerler tutuyor. Bırakın da özleyeyim. Bence hakkım var buna. Ama konumuza dönecek olursam bazen okul bensiz nasıl dönüyor diye düşünmüyor değilim. Oraya düzenli olarak gitmemek bile garip.

Sonuç olarak benim için 4 sene böyleydi. Dediğim gibi bu 4-5 yazıyla sınırlı değil. Yaşanmışlıklar, deneyimler, kazanımlar(amfileri kullanmayı öğrenmem gibi) derken gerçekten çok fazla şey öğrenip çıktım. Bu okula girdiğimdeki halim ile çıktığımdaki halim bir değil kesinlikle. Muhakkak ki herkes yaşadı bunu. Ben sadece yazdım. Bu yazıları yazarken güldüğüm anlar da oldu talihime küstüğüm anlar da. Ama önceki paragraftaki gibi özlem temel histi benim için burada. Yazılarımın okunduğuna pek inanasım gelmiyor olsa da(çünkü ben sizin yerinizde olsam okumaya üşenirim) hatta kaç kere gerek parantezlerle gerek direkt konu dışına çıkıp anlatımı dağıtsam da okuduysanız gerçekten teşekkür ederim. İlk başta dediğim gibi bu yazıyı yazarken üzüldüğüm tek şey okuması gerekenlerin okuyamayacak olması. Neyse bir süre yazı yazmaya niyetim yok. Bu seri yordu beni. Şu an(1 Ekim 2015 23:32) 2,5 saattir yazıyorum. Ellerim koptu. Sırtım falan mükemmel kütlüyor. Anlayın bunları yazarken neler çektiğimi. Ama pişman mıyım diye sorarsam kendime hayır. Bu benim minnet borcumu kendi çapımda kapatmak için önemliydi. Alttaki şarkıları okurken dinleyin tavsiyem ama hüzünlendirebilir dikkat edelim(Bence yazı bitince dinleyin). Her zaman kendinize iyi bakmanız ve beni de iyi hatırlamanız dileğiyle hoşça kalın.


Şarkı tavsiyesi: 
Mirkelam - Hatıralar 
http://www.youtube.com/watch?v=3sJmX0iH9U0
     
Levent Yüksel - Bu Gece Son 
http://www.youtube.com/watch?v=RGeS3QjUmAo

1 Ekim 2015 Perşembe

Ve Sonunda Okul Başlar (Bölüm 3 - 11. Sınıf)


Yazıya girmeden önce şunu söylemem gerek. Her yeni sınıfa girince daha rahat yazmaya başlıyorum. Bu durum o yılki kafamla da paralel gitmesi benim için ilginç geliyor. Herhalde kafa olarak bir an geçmişe gidiyorum. Neyse asıl hikayeye geçelim.
Ve 11. sınıfa geçiş. Önceki yazımda da dediğim gibi gene yaz tatilinden gireceğim. Nedeni ise 10. sınıfta beklenmedik şekilde gelişen olaylar sonucu 11. sınıfta dershaneye gitmemdir. O yüzden yazdan başlıyorum. Dershaneye pek giden biri değildim. Öncesinde sadece 8'de gitmiştim. Neyse iyi kötü bir başlangıç yaptık orada. Sınıfın yeri değişti, sınavlara girdik. Yeni yeni oyunlar öğrendik(Vampir Köylü). Neyse buraya daha sonra yeniden değineceğim.
O sene hakkında bana ne hatırlıyorsunuz derseniz kesinlikle ilk söyleyeceğim şey etkinlikler. O kadar çoklardı ki. Öyle ki sürekli sınıfın yarısı dışarıda oluyordu ve biz ders işleyemiyorduk. O sene dershane gerçekten işime yaramıştı. Neyse ilk etkinlik 10 Kasım'dı. şarkı söylemek için girip figüran olarak çıktım. Hatta orada vileda sopalarını mızrak niyetine kullandık. Sonra okul sopaları istemedi, ben de eve getirdim. 4 sopanın ikisini şu an annem vileda sopası olarak kullanıyor. Ve sanırsam önümüzdeki 20 yılın(tamam biraz abartıyorum) vileda sopası masrafından kurtardım evi. Bir de onları siyah yapmak için elektrik bandıyla sarrmıştım. Hoş duruyorlar ama.
10 Kasım ilçe töreninin görüntülerinin bir sene sorna elimize ulaşması(bazı diğer şeyler gibi) bizi pek de şaşırtmamıştı. Bir de ağaç mevzusu vardı değil mi? O tamamen farklı bir durum.
Etkinlikler biter mi, hayır. Kesinlikle etkinlik bazında okulun en aktif sınıfında bulunuyordum. Şiir dinletisi, tiyatro(ki bu ikisi benim yıl içinde katılmadığım iki etkinlik) törenler derken bayağı bir kişi katılıyordu. Tören demişken o seneki 24 Kasım töreni çok iyiydi. Yağ çekmek için söylemiyorum ama(zaten mezun olmuşum neye yağ çekeceğim) gerçekten hocaların performansları iyiydi. Hatta o törenden sonra Mirkelam - Hatıralar'ı öğrenmiştim. Bu yazıyı yazarken veya okumak için güzel şarkı aslında ama o kadar depresyona bağlamanın anlamı yok bence.
Okulda en çok görev aldığım şey kesinlikle tören sonrası eşyaların taşınmasıydı. O seneye kadar. O sene spor odası(ah spor odası ne jimnastik hareketlerini yaptık orada) konferans salonuna dönüştürüldü. Bunun üzerine okul bol bol konferans vermeye başladı. Amfiler falan derken ikinci dönem Kızılay sunumunda bir kez bana emanet edildi. Şaşırdım. Sorun şuydu aslında, ben o zamana kadar sadece eşyaları taşımıştım. Sadece gördüğüm kadar bilgim vardı. İlk başta bayağı güzel sorunlarla uğraştım ama sonrasında her şey çocuk oyuncağına dönüştü. Oranın 1 numaralı ve tek kadrolu elemanı olmak da hoşuma gidiyordu ama her zaman yeni öğrenilecek şeyler oluyor. Bunu 12. sınıfta belli olaylar sonunda öğrenmiştim. Kadrolu eleman olayını espri olsun diye söylüyorum ama bazen doktora gidiyordum sabahları akne tedavisi için okula geldiğimde "Muhammed sen neredesin?, seni aradık aşağıyı kurman için." gibi çeşitli karşılamalara uğradığım da oluyordu(Tabi bunlar 12. sınıfta olacaktı). Bunun çok daha sağlamları da var. Onlara ileride gireceğim. Görev demişken en unutamadığım görev de bu seneydi. 23 Nisan'da törene gidip orada beni bilgisayarın başına koymuşlardı.
Her şey güzeldi ama herkes yarım saat geçtikten sonra çıkmasına karşın tören karşı okulla yapldığı için ben bir iki saat daha kalmıştım. Ama törende bir ara tanıdığım kimse olmayınca şaşırdım. Sonra bana duyuru yaptırtmışlardı.
Yılbaşı çekilişi var tabi. Hem okulda hem dershanede. Şu kadar söyleyeyim, dershanede ne kadar kötü bir hediye aldıysam okulda o kadar başarılı bir hediye aldım. Burada okulda hediye aldığım kişinin bana alacak olan kitap alsın demesi işmi kolaylaştırmıştı. Ben de D&R'dan biraz baktım(ki o gün Karşıyaka D&R'ın isim hakkı olduğunu öğrenip yıkıldım) ve ilk aklımdaki kitaptan daha farklı bir kitap seçtim. Ama iyi ki öyle yapmıştım. Tam da almak istediği kitapmış. Bana orada bir huzur geldi. Bu benim yılbaşı çekilişleri arasındaki en başarılı hediyemdi. Öyle ki fişini saklıyorum o kitabın.
Geçen yazımda bizim sınıfa son kez sessiz denilen senenin 10. sınıf olduğunu söylemiştim. Bu sefer sınıf bayağı bir kaynaştı ve gürültü de buna paralel olarak arttı.
Ama etkinlikler için sınıf sürekli boş olduğundan bu 12. sınıf kadar büyük olmadı sanırsam. Kaynaşma demişken sınıfça pikniğe gitmemiz vardı bir de. Yerel seçimler sonrası tatili değerlendirdik. 4 senedir Buca'da olmama karşın(o dönemde o kadardı) ilk kez o zaman gitmiştim kaynaklara. Şelaleyi bulmak için bayağı bir yürümüştük. Bir de ben tek başıma öncü birlik olarak gitmiştim. Zevkliydi. Aslında orası rahatlamak için iyi yer de yol yüzünden insan üşenmiyor değil. Ama o günün sabahında bir koyunun bizim oturduğumuz yere dalması komikti. Hayvanın üstüme pislemesinden korktuğum için(kaz taşırken başıma gelmişti) alamasam da sonrasında kucaklamıştım bayağı.
11. sınıfta bizim sınıf not ortalaması diğer sınıflara göre düşüktü, katılım düşüktü gürültü yüksekti. Ama bu kadar olumsuzluğa karşın bilgi yarışmasını da kazanan bir sınıf vardı. İlk turda dokuzları ekstra sorularda kimya sorusuyla elemek çok güzeldi. Rakibini kendi silahıyla devirmek gibi bir şeydi bu. Sonrasında efsane bir kazanış. Çok iyiydi. Yarışmadım ama zevkle izledim. Orada da puan tablosunda görev yaptım. İlk turun ilk yarışması hariç.
Bilgi yarışması dışında bir de münazaraya katıldık. İlk turda elendik. Son konuşmalarda yaptığım finalin başarılı olmasını da sevdim. Ama rakibi yanlış değerlendirme ve yeterli vakit olmamasından dolayı kaybettik. Üzüldüm mü, hayır. Böylece kendimce hukuk okumamam için bir neden daha bulmuştum(ki bunu diyen adam şu an hukuk fakültesinde). O dönemler Psikoloji ve PDR arasındaydım.
Okulun bana verdiği görevler yetmezmiş gibi bir de bana lazım olunacağını anlayıp kaçak girdiğim işler var. Ya da öteki deyişle seyirci olarak girip arkada çalıştığım işler vardı. O zamandan içimde reji ruhu vardı galiba. Ne zamandan mı bahsediyorum, kesinlikle Halk Oyunları gecesi. Sene 2014. Tınaztepe yerleşkesini sevmememe, neden orada olduğunu sorgulamama neden olan olaydır bu gece. Ben rahat giderim diye yürüyerek yola çıktım. Tınaztepe yerleşkesine kadar her şey güzeldi ama içeri girip yerin uzaklığını görünce içimin kararması(ki ben Üçyol'daki Amerikan Koleji'den Evka 1 İtfaiye'ye otobüs yolunu takip ederek gitmişliğim var) dün gibi aklımda. Ama şanslıydım. Çünkü yoldan geçen arkadaşım sağ olsun babası arabayla bıraktı(Yalnız öküzlük yapıp teşekkür etmedim ama biraz da olayın şaşkınlığı vardı üzerimde). Neyse, etkinlikte ilk başta "yardım lazım mı diye" sorup hayır cevabını aldım ama sonra baktım ve "kesin biri lazım olacak" diyerel girdim arkaya. Kimse de bana neden buradasın demeyince takıldım arkada. İşin en sevdiğim yanı bu. Birçok yere okulda da böyle girebiliyordum(Müdürün odasına girmiyordum herhalde ama her türlü etkinliğe sızabiliyordum, hatta bir kere isteyerek kaçak girmiştim). O gece perdeyi çeke(meye)rek başladık, eşyaları toplayarak bitirdik(şarkılar sırasında kopmam da var bir de). Dönüş yolu eğlenceliydi. Yürümeyi biraz da bu yüzden seviyorum. İşin tadını çıkarabiliyorum böyle.
Arada bir yerde reji dedim değil mi? Aklıma gelen diğer şey de Vodafone Freezone'a katılmak oldu. Jürisini hala ma hala eleştirdiğim yarışmaya katılış sürecini hatırlarım(O dönemde o provaları da izlerdim, rejiden bağlamamın nedeni buydu). Hatta bir ara başvuru fotoğrafları için müdür yardımcısının odasında e-postamı açıp orada açık unutmuştum. DÖndüğümde de hoca "ben de kirli işlerde kullanacaktım zaten" gibisinden dalga geçmesini de hatırlarım. 5 şarkı denendi. Şarkıları da hala hatırlıyorum. John Mayer-Belief, 30 Seconds to Mars-Beatiful Lİfe, Linkin Park-Castle of Glass, Şebnem Ferah-Birileri var ve son olarak yarışmaya katılınan şarkı The Pretty Reckless-Just Tonight. Yarışma günü güzeldi. Ben Firsts ilkler sahnesinde parlamıştım. 4 şarkı söylemiştim be. Çoğu arabesk de olsa güzeldi. İlk defa bir ünlüyle münasbetim ve fotoğrafım böyle oldu. Orada söylediğim şarkıları galiba umursamayacaksınız ama yine de yazayım. Ümit Besen-Alışmak Sevmekten Daha Zor Geliyor(ki bu mikrofonun eko yapması sonucu Cem Avnayim'in ne söyleyeyim diye sorduktan sonra benim çıkıntılık yapıp bunu söylemem sonucu bu şarkı serisi başlamıştı), Hakan Altun-Hani Bekleyecektin(İyi ki bir arkadaşım bana öğretmişti işime yaradı), Ümit Besen-Nikah Masası(olmazsa olmazdı) ve İlhan İrem-Yazık Oldu Yarınlara(bu şarkıya o dönemde kafayı takmıştım ama ilk nerede duyduğumu yazıyı yazarken hatırladım, İYTE gezisinde yolda dinlemiştim ilk ve çok hoşuma gitmişti). O gün saat 12'de gelip akşam 8'de çıkmıştım. Ayakta durmak bazen zor olabiliyormuş. Onu da öğrendim. İzmir Arena yolunun ne kadar sinir bozucu olduğunu da.
Eğer bizim okuldaysanız alışmanız gereken bazı şeyler var. Mesela spor faaliyetlerinde kaybetmek(sözüm futbol ve basketbol için, voleybol az çok gidiyordu). Bayağı sağlam kaybetmek. Şanslıydım sadece bir maça çıktım(10. sınıftaydı) ve hep yedek kaldım. İyi ki de kalmışım. 11. sınıfta gaza gelip il turnuvasına katıldık. Çınarlı Endüstri Meslek'in turnuvadan çekilmesi ve Bornova Sağlık Koleji ile ilk maçı yapmamız turnuvada gruptan çıkmamızı sağlamıştı. Gruptan sonraki ilk maçta çok şerefli bir mağlubiyet aldık. 18 kişilik kadroda bir ben oynamadım turnuva genelinde. Bİr kez daha buna sevindim. Ama o maç iki kritik adam sakattı. Biri ayağındandı, öteki diz bağlarını koparmıştı(işte tam futbolcu sakatlığı). Skor hakkınd aşunu söyleyeyim duyanlar bu skor basket skoru maçının mı dedikleri oldu. Varın siz düşünün. Ben söylemedim skoru ama BİR ŞEKİLDE yayılmış. Neyse sonuçta yedek kulübesinin kıdemlisiyim ben. Bana ne skordan. Sonrasında kaleciliği bırakma noktasına geldiğimde beni hayata döndürecek şey yazın sonlarına doğru oynanan halı saha maçlarıydı. 12. sınıfta kaleciliğe döndüm ama şimdilik yine dinlenmek istiyorum çünkü bence çok maç yaptım. Sıktı. Bu arada ilk maç sonrası il turnuvasında bir arkadaişımız hepimizi dikkatli olun diye uyarmasına karşın, kendisi değerli bir eşyasını kaybetti. Ve bundan sonra ben de unutma psikolojisine girdim. Her an bir yerde bir şey unutacakmışım gibi hissediyorum. Bakalım bunu atlatabilecek miyim?
O seneki İYTE gezisini eşit ağırlık sınıfı olarak katılmak komikti(Odtü misali eşit ağırlık bölümü yok, zaten adı üstünde teknoloji enstitüsü, teknik üniversitelerde bile eşit ağırlık bölümü olması bana garip geliyor nedense, neyse konudan ölümüne sapıyorum şu an). Ama diğer gezilere götürülmediğimiz için götürülmüştük oraya hem Vodafone paragrafında dediğim gibi beni ileride çok seveceğim bir müzikle tanıştırdı. Bence gayet güzel olmuş. Ama o gezi de çok kısa sürmüştü. Yemekhanesi güzeldi ama. Beleş yedik sonuçta.
19 Mayıs ilçe töreninde, daha doğrusu çelenk koyma töreninde(o dönem yaşananlardan dolayı çelenk koyma oldu) de görev aldım. Orada Levent Piriştina'nın ne kadar uzun olduğunu gördüm. Boyu benimle aynı neredeyse ama hiç öyle bir boy beklemiyordum. Bayağı uzundu. Kısa süren törenin ardından eve dönerken çöp arabasının arkasındaki görevlinin beni kaparmış gibi yaptığı hareket ilk bir beni şok etti ama sonra bayağı bir güldüm. Yazıyı yazdıkça hala yeni şeyler de ekleniyor yahu.
19 Mayıs törenlerinin çelenk koyma olarak düzenlenmesine neden olan vahim olay Makarna Günü'nün de ertelenmesine neden olmuştu ve bu yüzden en kötü Makarna Günü'nü yaşadı okul. En son hatırladığım 30 kişilik bir grubun okulun arka kapısından tırmandığıydı. O sene Parkur'a katılmayı istiyordum ama olmadı. Ama bir şekilde(yarışmanın olmayışına itiraz ettim tabi) emek ödülü tadında bir madalya aldım.
Düşmemin efsane oluşunu anlatırım ama o sene düşmedim. Gerçekten. Sanki bir büyü bozulmuş gibiydi. Düştüğüm daha doğrusu kendimi attığım bir şey vardı, o da voleybol takımı. Voleybolumu geliştirdim okul takımına girerek. Hala topu havaya fırlatarak servis atmak zor geliyor. Topun altına vurmayı beceremiyorum ama onun dışında kurtarıyor beni. Voleybol demişken yıllar geçtikçe okulda voleybol topunu alıp bahçede çember yapmak bir salgın haline dönüştü. 5-6 grup aynı anda oynuyordu. Zaten okul kalabalıklaştığı için koşmak zorlaşıyordu bir de bu geldi iyi mi? Koşmak demişken, düştüğüm olaylarda en çok yaptığım eylem olan koşma konusunda ise değişen bir şey yok. Koşmaya devam. İş de çok olunca duramadım işte. Zaten niyetim de yoktu. ,
Yaza girerkenki ruh halim de garipti. Canımı sıkan birkaç ayrıntı yine yanımdaydı. Yaz tatilinin araya girmesi işime yaradı doğrusu. E sonuçta kısa bir sonra çalışma sürecine gireceğim bir sınav vardı.
9. sınıf kısmında olay çok ayrıntı azdı, 10. sınıf kısmında olay az ayrıntı çoktu. Ama 11. ve 12. sınıfta ikisi de çok. O yüzden bayağı uzun yazılar oldu. Açık konuşmam lazım. Bütün yazıları kimse tek tek okumayacak. Ben olsam ben de üşenirdim. Ama bu yazıyı burada hatıra kalsın diye yazıyorum. Ola ki unutursam işime yarar diye. Ben duygularıyla yaşarım ve duygularım beni bu konuda yazmaya itiyor. O yüzden günlükten öte bunu burada paylaşmayı tercih ediyorum. Ve sıradaki bölüm final bölümü. 12. Sınıf. En taze anıların bulunduğu kısım. Bu kısım biraz dramatikleştirebilirim. Neler yazacağımın bir kısmı hazır da diğer kısmı hakkında en ufak bir fikrim yok. Buna bakıp göreceğiz anlaşılan.