23 Ağustos 2020 Pazar

2020'den Bir Bakış - Issız Adam

 

Son zamanlarda biraz da yapacak bir şey bulamadığımdan arada bir film izliyorum. O ne ki benim hayatım film izlemekle geçiyor diyenleriniz olabilir ama bilgisayar ekranından bir şeyi sadece izlemek benim için yorucu olduğundan çok zor film izlerim normalde. O yüzden son dönemde kendi açımdan bayağı bir film izlediğimi söyleyebilirim. Normalde insanlar bunu karantina döneminde çok yoğun şekilde yaptı. Ben pek bulaşamadım o zaman bile. Anca şimdi bulaşabiliyorum. Belki de ikinci dalga için prova yapıyorum farkında olmadan. Hayır, şom ağızlı değilim. Sadece görünen köyü gösteriyorum.

Yaklaşık 10 film izlemişim iki haftada. Aslında her biri film için yorum yapabilirim. Ama film cahili olduğumdan pek de doğru değil diye düşünüyorum. Başlıktan da anlaşılacağı üzere bir film var ki yorum yapmasam olmazdı. Bu film çok mu iyi? Hayır. Hikayesi olmasa çok da hatırlanacağını düşünmüyorum. Hatta bu yüzden izlememiş olsam da abartıldığını düşünürüm. Ama şu ana dek izlediklerim arasında üzerine en çok yorum yapabileceğim filmlerden biri (En çok diyemiyorum çünkü Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni üzerine de anlatılabilecek birçok şey var). Yılların ön yargısını kenara bırakmaya çalışarak izledim. Ondan dolayı günün konusu olacak. İlk defa izlediğim için biraz da bugün çıksaydı diye değerlendireceğim. Ondan dolayı 2020'den bir bakış diyorum. 

Baştan söyleyeyim bol bol sürprizbozan (spoiler) olacak.

2008'de Issız Adam ilk çıktığında herkes hüngür hüngür anlayınca abartıldığını düşündüm 11 yaşımda olmama rağmen. Üzerine aşırı popüler olan işlerden uzak durma hastalığım da girince izlememekte ısrarcı oldum. Hatta Aşk Tesadüfleri Sever bu alanda daha çok dikkatimi çektiği için onu daha iyi bulurum (Bu yazıda ona da değineceğim). Ama ne hikmetse bir şans vermek istedim filme ve geçenlerde YouTube'da Fransızca altyazı ile izledim (filmin kendi yapımcısı koymuş ama niye sadece Fransızca bilemedim). Hala abartılı olduğunu düşünüyorum ama filmin bazı konularda beklediğimden daha farklı bir şekilde ilerlediğini söylemem gerekli. 

Filmin konusunu anlatmama gerek yok belki ama kısaca değinelim. Romantik ilişkilerde sıkıntılı bir adamın (Alper - Cemal Hünal) hayatına birinin girmesi ve bunun devamında gelişen süreçler olarak tanımlanabilir. Film bu konuda sorunlu biri olmasını başta biraz "sert" bir şekilde anlatıyor. Bir an nereye düştüm ben diye sorgulamadım değil.

Devamında bunun bir aşk filmi olmasından tahmin edersiniz ki esas kızımız (Ada - Melis Birkan) hayatına giriyor. Hiç beklenmedik bir anda bir tesadüf her şeyi değiştirir durumu burada da var. Benim bu kısımda ilgimi çeken kızla tanışma çabası. Düşünüyorum, şu an biri filmdeki gibi başta yürümeye çalışıp, sonra kitap alarak takip edip bu tarz bir işe girişse aynı gün içinde Twitter'da 30 tweet'lik bir flood görürdük. Hele kitabın içine numarasını yazmış bir de. Numarası ayrı, yedi ceddi ayrı ifşa olurdu. Ama filmin çekildiği tarihte internet yeni yeni yayılmaya başlamış ülkede. Ve birçok kişi için hala romantik gibi. Bu noktada eski birçok yapımın şu an çıksa deli gibi linç yiyeceğini düşündüğümü belirtmem gerekli. Neyse ki yeni çok ürün var da eskilere çok gidilmiyor. Bu konu ile ilgili son olarak, bu tarz hikayelerin sadece filmlerde olması bazen düşündürmüyor değil.

Filmde ikilinin tanıştıktan sonra aralarında gelişen süreç kötü açıklanmamış. Sadece Ada gibi her şeyin farkında olan birinin ilk arayan olması garip geldi. Özür dilemesini gerektiren bir şey de yoktu bence. Ertesi gün Alper yine gelirdi bence. O yüzsüzlüğü görmek zor değil. Bu durumu "İşte etkilendi, bu da onun yan etkisinden" denilerek açıklanabilir ama bilemedim. Yine de çok büyük sorun olarak görmüyorum.

Bu noktada karakterlere değinmem gerekli. Ben filmin daha çok aforizmavari diyaloglarla geçeceğini düşündüm ama konuşmaların tonları genelde farklıydı. Ada her şeyin farkında, yeri geldiğinde lafını sokuyor. Alper esasen sorunlu kişilik ama ağzı laf yapıyor. Konuşmalar tabiri caizse mıymıy geçmiyor. Bu beni en çok şaşırtan şeydi belki de. Öte yandan Issız Adam'ın Ada'sı ile Leyla ile Mecnun'un üçüncü Leyla'sını oynayan Melis Birkan'ın bu iki yapımda benzer karakterler canlandırdığını düşünüyorum. İki karakter bana benzer geldi. Leyla dizi gereği bir tık daha absürt bir karakter tabi ki. Ama Ada'nın da çok farklı olduğunu düşünmüyorum nedense. Leyla ile Mecnun'u seven biri olarak hoşuma gitti.

İkisinin ilk randevusu da az çok tahmin edilebilirdi. Ha zaten filmde tahmin edilebilirliği kimse dert etmiyor. Maksat olacakları izlemek. Ne olacağı sonuna dek belli olan filmlerin kendini izletmesi hoşuma gitmiyor değil doğrusu. Belki de insanlar kendilerini görüyorlar bu hikayede. Bir ayna vasfı görüyor bu tip filmler. Konuya dönmek gerekirse bu kısımda bana en ilginç gelen kısımlar sevişme sahneleri. İlk sahne o kadar hızlı oldu bittiye geliyor ki insan şaşırıyor. Nedenini anlayabiliyorum ama yine de garip. İkinci sahne daha da garip ama. Biraz zorlasalar ortaya bir çeşit joi* çıkacağını iddia edebilirim. Tasvirler çok daha yumuşak tabi. Kamera açısı ve diyaloglarıyla biraz da mistik geldi. Mistik doğru kelime değil galiba ama az çok anlatabildiğimi düşünüyorum durumu.

Joi (jerk off instructions): Bir çeşit yetişkin içeriği olan bu yapımlarda sektör emekçisi hanımefendi (veya hanımefendiler) çıkar, karşısında biri varmış gibi konuşur ve onu yönlendirir. Erotik tasvirler etrafında dönen yönlendirmelerin hedefe (!) ulaşması sonucu yapım sona erer. ekşi sözlük'te Nez'in Sakın Ha klibinin de joi olduğu/joi ögeleri içerdiği söylenmiştir. Benim de konuya ilişkin bilgim oradan dostlar. Konuyla ilgili başlığın linki de aşağıda. 

https://eksisozluk.com/nezin-sakin-ha-klibiyle-ulusal-tvde-joi-vermesi--5450400

Bu noktada bir şey belirtmem gerekli. Filmin ilk yarısı adeta müzik kutusu gibi. Altı defa sanırım farklı müzikler giriyor. Müzikler kötü değil ama şaşırmadım da değil. Animasyonlarda çok sövdüğüm bir durum olsa da filme çok da kötü gitmemiş. Ama gereği var mıydı bilemedim. Plak ve gramofonlara ilgiyi bir ihtimal artmış olabilir derdim ama ilginin patlaması 2010'ların başında oldu diye kalmış aklımda.

Bu kadar gereksiz bilgi sonrası filmin devamına değinelim. Mutsuzluklar kadar mutluluk da dramın içindedir. Sonuç olarak hayat bir dramdır aslında. Filmin devamı da kendi içindeki mutluluğu anlatıyor. Özellikle Alper ekseninde her şey daha farklılaşmakta. Ama bu farklılık kötü değil onun için. Düzgün bir ilişki onun da sorunlu yapısını etkilemekte. Kendi içinde arada çatışmalar yaşasa da kendini bastırabilmektedir. Bu kısmın güzel ifade edildiğini düşünüyorum. 

Sonrasında filmin kırılma noktası geliyor kanımca. Annesinin gelmesi ve devamındaki süreçler. Annesinin gelmesi direkt etkilemiyor ama ondan sonra her şey sarpa sarıyor. Benim için filmin gerçeklikten ufak ufak uzaklaşmaya başlıyor bu kısımda. Annesinin gelmesi sonrası kendisinin sorunlu oluşunu yeniden görüp önlem alması olarak mı yorumlamak gerekli bilmiyorum ama benim için gerçeklikten kopuyor. Burada "Alper sorunlu bir karakter, bu nedenle kendi iç dünyasındaki kötü Alper baskın geliyor ve süreç ayrılmaya varıyor" denebilir. Annesine belli ölçüde düşkün biri. Onun bu kızı bırakma demesinden bir saat sonra ayrılalım demesi mantıklı değil. Hani annesine bak benim ilişkim var demek için çıkmış olsa anlarım ama kopuk geldi. Belki daha güzel anlatılabilirdi bilmiyorum.

Ayrılma sahnesi de ayrı ibretlik. Önceki paragrafta da yazdım. Annesi bu kızı bırakma diyor, bir saat sonra ayrılmak istiyorum diyor. Başarılı bir ruh hastası ama kötü bir anlatım. Dahası Ada'nın şaşkınlık göstermeden direkt durumu kabullenip sövmesi. Farklı işlenen bir sahne. Bana göre garip bir kamera açısı. Öfkeyi iyi yansıtmış ama başlangıç sıkıntılı. Bunun için de Ada önceki ilişkilerinden bu duruma alışık, ondan dolayı gidişatı gördü ve sövüp gitti denebilir. Ama bilemedim bu sahneyi de.

Aynı sahnenin devamında apartmandan çıktıkları kısım var. Alper yukarıda hiçbir şey demedi Ada'nın onca tepkisine rağmen ama dışarıda bülbül gibi şakıdı. Ama Ada'nın önceki ilişkileri gibi bitince "püh geri zekalı" demeden de duramadım. 

Ayrılmaları sonrası da bir noktada ilginç. Hadi Alper kendisi için iyi olduğunu düşündüğünü tercih etti. Annesinin sözünü de umursamadı. Peki Ada niye Alper'in annesinin sözünü dinlemedi? Kadın, bu çocuğun böyle bir durumu var onu anla ve sahip çık gibisinden bir konuşma yaptı Ada ile. Ada niye hiç uğraşmadı? Önceki ilişkilerinden dolayı artık ilgisini kesti denebilir ama bence mantıklı değil. Nasıl Alper kendisi için bu ilişkiyle farklı olabileceğini düşünüyorsa, Ada da her şeyin farklı olabileceğini düşünüyor. Yoksa Ada neden sevgili olsun ki Alper ile? Maksimum bir buçuk aylık bir ilişki, o nedenle ikisi için de bu süre hiçbir şeyi değiştirecek niteliğe sahip değil denebilir. Ancak bunun Ada'nın filmin başında çizdiği karakterle uyuştuğunu düşünmüyorum.  Buralarda akışı koptu filmin benim için. Yanlış anlaşılmasın, Alper süzme salak. Harbi geri zekalı. Sorunlu kişilik olsa bile mantığı yok yaptığının Doktorlar Levent ile kapışırlar kesinlikle. Ama Ada yönünden de sorunlu olduğunu düşünüyorum. Ki Alper aldatmamış. Sadece ayrılmak istemiş. Burada yine Ada'nın eski ilişkileri devreye giriyor ama bu kadar seviyor olmasına rağmen neden direnmiş olmasını anlayamıyorum. Tamam anlasa ve geri dönse film olmaz ben de farkındayım ama daha mantıklı bir açıklama bekliyor insan.

Doktorlar'dan bahsetmişken fark ettiğim ilginç bir şeyi de paylaşmak istiyorum son kısma girmeden. Doktorlar sürprizbozan'ı vereceğim baştan söyleyeyim. Issız Adam filminin vizyon tarihi 7 Kasım 2008. Doktorlar'ın meşhur ikinci sezon finali ise 23 Haziran 2008. Durumu anlamayanlar için şöyle özetleyeyim. Doktorlar'da Levent ikinci sezonun sonunda, Alper'in yaptığından çok çok daha beter bir salaklık yapıyor. Düğün günü ibretlik "benim bu ilişkiye inancım kalmadı Ela" diyerek ayrılıyor. Önceki paragrafta kapışırlar dedim ama düşününce Doktorlar Levent bambaşka bir seviye. Onun yaptığı mallığı yapmak üst düzey beceri ister. Konuya dönersek aslında Türk izleyicisi 5 ay içinde iki kez kendisinin zeki olduğunu düşünen ama mal olan erkeğin haksız yere sevgililerini terk etmesini izliyor. Tamam ikisi de sağlam beddua yedi ama acaba Doktor Levent, yaptığı ile Alper'e gelecek tepkileri yumuşattı mı diye düşünmüyor değilim. Çok mantıklı bir fikir değil ve 5 ay esasen uzun süre farkındayım ama o dönemki tepkileri merak etmiyor değilim. ekşi sözlük'ü okurdum ama 1717 girdi (entry) okuyacak gücüm yok. Ama Doktorlar ile veya Doktor Levent ile ilgili herhangi bir girdi de yok.

Ve gelelim artık meşhur final sahnesine. Öncelikle söyleyeyim. Daha önce kısmen izlemiştim ama bu kadar uzun olduğunu bilmiyordum. Alper'in kısmını izlemiştim. Kendi içinde tutarlıydı. Eden bulur'u yansıtmış direkt. Bu kısımla ilgili bir sorunum yok öncesine dair sorunum olsa da. Ada'nın kısmını beklemiyordum. Yalnız Ada'nın kısmını izledikten sonra daha temiz sövdüm filme ve daha bir çıktı gerçeklikten bence. 

Önceki paragraflarda anlatmak istedim ama filmin gidişatına göre yazmak istediğim için burada yazayım dedim. Ada ayrıldıklarından sonra Mersin'e Alper'in annesinin yanına gidiyor. Alper'in annesi ona uzun uzun anlatıyor Alper'i. Hadi Alper'in annesi Ada'nın Mersin'e geldiğini söylememesini bir nebze anladık (Olma ihtimali bence çok düşük ama). Ama hiç mi Müzeyyen Hanım (Alper'in annesi) Ada'yı ikna etmeye çalışmaz? Oğlunun yaptığının kendisini birebir yansıtmadığını bilen ve Ada'yı da seven biri hiç mi yeniden buluşmaları için hareket etmez? Normal şartlarda bir barıştırırdı bence. Müzeyyen Hanım ben Alper'i ikna edemem kafasına mı girdi, anlamadım ki. Aralarındaki ilişki gereği Alper'in kulağından çekecek hali yok ama konuşabilirlerdi sanki. Ne kadar işlendiği sahne itibariyle garip duracak olsa da bari başarısız olduğunu gösterseydi. Ya da Ada "Annen barıştırmak istedi ama kararım kesindi" gibi cümle kursaydı. Çok çok mantıksız. Bu sahneyi görünce hadi len oradan derdim argo bir şekilde. Buna rağmen arkadan Ayla Dikmen - Anlamazdın çalarken sarılmaları duygulandırıyor. Tabi ki ağlamadım ama gerçeği de reddedemem. Öte yandan Alper'in pasajdan çıkarken önce sola dönüp sonra tam ters istikamete gitmesi de güzeldi. O an geri döndüğünde tekrar bir Ada ile göz göze gelse mi dedim ama filmin jeneriğine giriş için bahsettiğim hareket sonrası kameranın sabit olmasını anlayabiliyorum.

Finali hakkında şunu söylemek gerekli. Aşk Tesadüfleri Sever'in finali filmin son kısmı abartılı olsa da daha vurucuydu. Tesadüf üstüne kurulu bir film olduğu için pek şaşırtmadı ama ilk izlediğimde son kısmını izlememiştim (Televizyonda izlerken, son sahne öncesi ne olduğunu anladıktan hemen sonra reklam girince aga be diyerek sonunu izlememiştim). Daha sonra izlediğimde müzik seçimi itibariyle iyi bir final yapılmış dedim. Ama ikisi de şaheser değil tabi ki. Bu noktada 2011 yapımı Aşk Tesadüfleri Sever'i daha önce izlememin Issız Adam'ın finaline ilişkin görüşümü etkileyip etkilemediği düşünülebilir. Bunun için zamanda yolculuk yapmam gerekli. Bir yorum yapamaycağım.

Filmle ilgili bir ek bilgi: Filmin sonundaki Ada'nın Müzeyyen hanımla baktığı fotoğraflarda Alper'in babası olarak görünen kişi Alper'i oynayan Cemal Hünal'ın kardeşi Kerem Hünal. Kendisi bunu YouTube'da konuk olduğu bir programda söylemişti ama hangi video olduğunu tam bulamadım maalesef. Kerem Hünal da oyun tasarımı ile uğraşmakla birlikte multiplayer.com.tr'den de tanınan bir isim. 

Sonuç olarak Issız Adam abartılı olduğunu düşünsem de kendini izletmeyi başaran ama bana mantıksızlıkları bulunan bir film. Daha önce de dedim. Filmdeki bu gidişat olmasa, benim dediklerim olmasa bu film olmazdı. Ama anlatılanları daha mantıklı bir çerçevede açıklayabilirdi kanımca. Filme ilişkin puan vermek benim gibi bir cahilin haddine değil. Ondan pek yorum yapmayacağım. Ama bence şaheser değil ama yine de izlenebilir. 

Her zamanki gibi uzun ama sanırım diğerlerine göre daha kısa bir yazı oldu. Dediğim gibi bu filme konuştuğum gibi konuşacağım birçok şey var ama biraz güncel (benim için) ve biraz popüler olması onu yazmamı tercih etmeme neden oldu. Her film hakkında yazmam ama insan bazen içini dökmek isteyebiliyor. Umarım derdimi anlatabilmişimdir. Buraya kadar sabredip okuduğunuz için teşekkürler.

5 Temmuz 2020 Pazar

Ah Eshot Ah!!!! - Bölüm 7


Yılların eskitemediği ve eskitecek gibi de durmadığı bu serinin 6. senesinde yeni bir yazısını yazmak hala ilginç geliyor. Ama her seferinde dediğim gibi elime güzel malzeme geliyor. Ama bu seneki koşullar o kadar garipti ki kısaca tanımlamak pek mümkün değil gibi. Klasik girişle başlayalım.

Konu: Eshot'un ulaşımdaki icraatlerinin bir kez daha incelenmesi ve korona virüsü

Not: Ne kadar uzun olacak bilmiyorum ama tahmin edilebileceği üzere uzun olacak.

Bir yıl daha geçti ve birçok değişiklik yaşandı. İlk etapta geçmiş yıllardaki tempo aynı şekilde gitti bu sene. Hatta ben nasıl bu yazıyı yetiştireceğim diye düşünmedim de değil. Korona ise bu tempoyu ciddi derecede düşürdü. İşime gelmedi değil ama böyle işime gelmesindense günlerce yazıyı yazmayı tercih ederdim. Neyse bakalım bu dönem içinde Eshot neler yapmış bakalım.

İlk başta önceki yazıdan aklımda kalan bir soru ile başlayalım. Malum 121 ve birçok araç kaldırıldı. Ben duraklarına ne olacağını sormuştum. Duraklar en son baktığımda boştu ve kaldırılmamıştı. Sadece 302 kendi durağını kullanıyor o hizada. Öte yandan pandemi nedeniyle aylardır o tarafa gitmediğimi de belirtmem gerekli. 121 demişken 5 Şubat'ta iki kez 121'i gördüğüme eminim. Ama nasıl oldu vs. konusunda hiçbir fikrim yok. Bir kere görsem yanlış gördüm derim ama iki kez olması garipti.

Online işlemlere ilişkin gözlemlerime ekleme yapmak gerekirse geçmişin görüntülenmesine ilişkin kıstas var. 3 ay önceki yolculuklara kadar gösteriyor sistem. Kişisel veriler söz konusu olduğunda kötü bir durum değil. Ayrıca yolculukların aynı kısım üzerinden şikayet edilebilir olması da güzel. Ayrıca sene içinde neden online işlemlerde kartlar arası bakiye aktarımı gelmiyor dedim. Bunun kötüye kullanımı olabilir ama en nihayetinde artı para sistemini gerektirecek kadar  bir durum olduğunu düşünmüyorum (bilmeyenler için ben eksi bakiye olması gerektiğini düşünüyorum ama belediye daha garantici davranıyor kötüye kullanılabilir diye).

Bir başka gözlemim de 466 üzerine oldu. 466 eskiden gümrük yolunu kullanan araçların aksine Kemer Aktarma Merkezi üzerinden gümrüğe varıyor. Mantıklı bulmakla birlikte bir şaşırmadım değil bu duruma. Aktarma merkezini ara durak olarak kullanması bana daha ilginç geldi. Eskiden 169 bu yolu izlerdi. Tam olarak Bahri Baba'da durmazdı ama Atatürk Kültür Merkezi'ne gelirken uğrardı.

Öte yandan bu seneye ilişkin gözlemlerimden biri de belediyenin bazı birkaç konuda geri adım atması oldu. Bunlara değineceğim ama daha öncesinde değinmem gerekenler var.

İlk olarak yılan hikayesine dönen  Buca Metrosu'na değinmek gerekli. İlk başta ihaleye hazırlanıldı her şey olacak dendi ama doların ani yükselişi ihalenin iptaline neden olmuştu. Yeniden yapılan girişimlerde kredi çekmek için onay alınmak istenmesi uzun süreli bekleme sürecine girilmesine neden oldu. Temmuz ayında belediye ve Tunç Soyer isyan etti bu duruma. Zira 18 aylık bir bekleme söz konusuydu. Bu isyandan 3 gün sonra 12 Temmuz'da onay geldi ve girişimlere başlandı. 16 Ocak'ta 34 milyonluk kredi anlaşması imzalandı. Sürücüsüz metro olacağı söyleniyor. Pandemi sonrası temel atılması ve 5 yıl içinde tamamlanması da beklentiler arasında. Ayrıca yıllardır olacağı söylenen Buca Cezaevi'nin kaldırılma sürecinde olduğu ve bu kapsamda Adalet Bakanlığı'nın arazinin mülkiyetini Milli Emlak'a devretmesi bekleniyor. Buca Belediye Başkanı Erhan Kılıç, "Bana kalırsa, insanların nefes alabileceği yeşil bir cennet haline getirilebilecek bahçe olmalı" şeklinde açıklamada bulundu.

Sene içinde en ciddi olay olacak nitelendirilen olaylardan birinin akıllı kart ihalesi olduğu söylenebilir. 2015'teki ilginç geçişten sonra 2019 Eylül'de sözleşme biteceği için ihale yapıldı. Yazılanlara göre 2015'te akıllı kart sistemini ele alan Cardtek/Karbil/Paycore ve Ankara'daki sisteminde altyapısını sağlayan E-kent ihaleye katılmış. 1999'da hayatımıza giren ve 2015'e dek işleten Kentkart ise katılmamış. 2015'teki sancılı boşanma sürecinden sonra katılmamasını normal bulduğumu söylemem gerekli. Ülkenin birçok yerinde hizmet verdiği için de bu onlar için ciddi bir kayıp olmayacaktır. Zaten o kayıp 2015'te yaşanmıştı. Öte yandan WoWTurkey forumlarında bunun başlığı açılmış. İhaleye katılmamasına karşın insanlar (51 kişilik bir grup) Kentkart'ı seçmiş. Biraz da duygusal bir durumun olduğu ve 2015'te sistemin çökmesi olduğu söylenebilir. Şu anda hala Cardtek/Karbil/Paycore'un sistemi işletiliyor. Ama şu an işler bayağı karışık. İlk başta 2015'teki sürece bir kısaca hatırlatıp sonrasında 2019 Ağustos'ta başlayan karışık ihale sürecindeki duruma bir bakalım.

WoWTurkey'deki ilgili başlık:

2015'te neler olmuştu?
2015'te Kentkart yapılan ilk ihaleyi kazanmıştı. Sonrasında bu ihale edilmiş ve sonraki ihaleyi Cardtek/Karbil/Paycore kazanmıştı. Kentkart, Kamu İhale Kurumu'na ve Eshot'a itirazlarda bulunmuş ve reddedilince Cardtek/Karbil/Paycore'un deneyimsiz oluşu ve olası kamu zararı olma ihtimali nedeniyle dava açtı. Zaten 1 Haziran 2015'teki geçiş nedeniyle bir zarar da oluşmuştu. Mahkeme yürütmenin durdurulması kararı verdi. Sonrasında Eshot ihaleye katılabilecek firma kalmadığı için ihaleyi iptal etti çünkü Eshot bu süreçte Kentkart'ı şikayet ederek 1 yıl davalardan men olmasına neden olmuştu (Kentkart Ege Elektronik men edildi). Belediye geçiş dönemi için pazarlık yoluna gitmişti. Bu süreçte E-Kent, Kentkart ve Kartek davet edilmiş. Tek teklif Cardtek/Karbil/Paycore'dan gelmiş. Cardtek/Karbil/Paycore ile 4 ay sürdükten sonra tekrar ihaleye çıkılmış. Bu ihalede E-Kent şikayetlerinin reddedilmesi sebebiyle, Kentkart (Kentkart Marmara Elektronik) sistemin geçişi için yeterli süre olmaması nedeniyle teklif vermemiş. Bu son ihaleye de yapılan itirazlarda bulunuldu. Bu sefer de risk almamak için yine 4 aylık pazarlık yoluyla ihale gerçekleştirildi. İtirazlar reddedildikten sonra ikinci dört aylık ihaledeki şartlara benzer şartlara sahip 44 aylık ihale Cardtek tarafından kazanılmış oldu. Bu arada belediye Kentkart-Cardtek/Karbil/Paycore geçişi sonrası kartların mülkiyetini kendine üzerine alarak ilerisi için önlem almıştı. Belirtmem gerekli ki çeşitli haberlerden derleyerek yazdım ondan dolayı karışık gelebilir. Öte yandan Kentkart Cardtek/Karbil/Paycore'a çalışanlarını ayartması ve ihaleyi kesin kazandık diyerek spekülasyon yaptığı iddialarıyla dava da açmıştı. Hata olmaması için çabaladım ama çıkarsa affola.

Yeni ihalede neler oldu?
Öncelikle belirtmem gerekli ki bu yazıya başlarken ben Cardtek/Karbil/Paycore ihaleyi kazandı hala devam ediyor sanıyordum. Hatta elektronik sistemden akıllı sisteme geçilecek diye validatörler (kart okuttuğumuz alet) değişiyor sanıyordum ama bir kontrol edince işlerin bambaşka olduğunu öğrendim. Uzunca bir şekilde bunu anlatacağım.

İlk başta 2019 Ağustos döneminde ihale yapıldı. İhalede muhammen bedel (iş için hesaplanan ortalama miktar) 119 milyon lira civarında belirlendi. Cardtek/Karbil/Paycore (Karbil AŞ olarak bilinen firma kart sistemleri yönünden önce Cardtek ismini kullandı sonra adını Paycore yaptığı için üç isme de yer veriyorum) 130 milyon teklif ederken Ankara'dan tanıdığımız E-Kent 57 milyon lira civarında teklif etmişti (Verilen teklifler ben bu işi bu paraya yapacağım anlamına geldiği için düşük olan daha iyi teklif oluyor). Muhammen bedel ile aradaki fark bu kadar yüksek olunca E-Kent sorgulanmış ama E-Kent sorgulamayı başarıyla atlatarak ihaleyi kazandı. Sonrasında Cardtek/Karbil/Paycore bu duruma itiraz etti ama Kamu İhale Kurumu'na yapılan itiraz sayılı teknik şartnamedeki bazı maddelerin iptal edilmesine karşılık reddedildi (ihalede olan ama teklif vermeyen ASİS firmasının itirazı da reddedildi). İtirazın nedenleri arasında; validatör renklerinin idare onayı gerektirmesinin haksız rekabet yaratacağı, bayilerdeki kart stoku sisteminin ne kadar bir harcama gerektireceğinin belirlenmesine engel olacağı, sistem kesintisinde ceza hesaplamasının kamu ihale kanununa aykırı olması, validatörlerin ücretsiz kurulmasının harcamanın ne kadar olacağının tespitine engel olduğu gibi nedenler yer almakta (ihale kayıt no 2019/316163). Şahsi yorumum gerekçeler doğru ama kaybetmese itiraz da etmezdi bence. İtirazın reddi sonrası konuya yargıya taşınmış ama bu süreçte E-Kent de hazırlıklarına devam etmişti. 8 Şubat tarihinde validatörlerin yenilenerek elektronik sistemden akıllı kart sistemine geçilmesi bekleniyordu. Ki zaten dikkat ettiyseniz Şubat ayı içinde iki validatör araçlarda bulunuyordu ve geçiş sağlanacaktı. Ayrıca akıllı sisteme geçiş duyurusu yapılmış ve bu kapsamda online yüklemelere ara verilmişti (1 hafta gibi tatsız bir süre hem de). Hatta geçiş sürecinde kimi yerlerde çeşitli turnike sorunları olduğu da belirtildi. Tramvayda biraz daha uzun sürdü. Bu bakımların sebebi online yüklemelerde bazı kişilere 2 gün sonra bile yüklemenin yapılmaması olduğuna söylemeliyim. Bahsettiğim itirazları https://ekap.kik.gov.tr/EKAP/Vatandas/SikayetSorgu.aspx adresinden ihale kayıt numarasını girerek sorgulayabilirsiniz.

Ancak mahkeme Cardtek/Karbil/Paycore lehine karar verdi. Kurulun itirazı reddettiği kararında yer alan teknik şartnamedeki bazı maddelerin iptaline ilişkin hüküm, iptal edildi. Bu nedenle kurul da 29.01.2020 tarihli 2020/MK-23 tarihli kararında, 4734 sayılı Kanun'un 54/11-a maddesi uyarınca bazı maddelerin ihalenin devamına engel olması ve düzeltilmesiyle de sorun giderilemeyeceği için ihaleyi iptal etti. Bu durumun potansiyel kriz yarattığı hatta kağıt bilet mi geliyor dedirttiği yazıldı. Kötü senaryo olmadı ve Cardtek/Karbil/Paycore ile 6 aylık sözleşme uzatımına gidildi (7 aylık ihale diyen de var ama pazarlık yolu olsa gerek) ve eski validatörler söküldü. Bahsettiğim kararı https://ekap.kik.gov.tr/EKAP/Vatandas/KurulKararSorgu.aspx adresinden karar numarası ile sorgulayabilirsiniz.

Daha sonrasında 7 Mayıs'ta Eshot'u yeni ihaleye gireceği ortaya çıktı (ihale kayıt no 2020/184707). İhaleye bir gün kala teknik şartnamede değişiklik yapıldı ve ihale 21 Mayıs'a ertelendi. Bu süreçte Hem Cardtek/Karbil/Paycore hem de E-Kent ihaleye teknik şartname nedeniyle itiraz etti. 21 Mayıs'ta muhammen bedel 90 milyon olarak açıklandı. Cardtek/Karbil/Paycore 77 milyon TL teklif etmişken E-Kent 95 milyon teklifte bulundu. Sonrasında E-Kent süre değişikliği nedeniyle eski şartnameye göre teklif yaptığını söyledi ama yapılan ihaleyi Cardtek/Karbil/Paycore kazandı. 5 Haziran'da ise Cardtek/Karbil/Paycore'un itirazı haklı bulunarak ihale iptal edildi (biraz kendi topuğuna sıkmış gibi). Gerekçelerden biri 1452 günü kapsayan alımın 5393 ve 5018 sayılı kanunlara göre aykırı (3 yıldan fazla olması nedeniyle) olmasıydı. Ceza hükümleri, öngörülemeyen hasılat da bu nedenler arasındaydı. E-Kent'in itirazı ise reddedildi. E-Kent 22 Haziran'da tekrar itiraz etti. İncelemesi sürüyor. Bahsettiğim itirazları https://ekap.kik.gov.tr/EKAP/Vatandas/SikayetSorgu.aspx adresinden ihale kayıt numarasını girerek sorgulayabilirsiniz. İki ihale de kötü hazırlanan teknik şartnameler nedeniyle iptal edilmesi gerçekten düşündürücü. Koskoca bir kurum böyle hatalar yapmamalı. Öte yandan ikinci ihalede Cardtek/Karbil/Paycore'un rahat tavırlarını acaba Cardtek/Karbil/Paycore sonucu önceden biliyor muydu ya da danışıklı dövüş mü var diye yorumlayanlar olmuş. Hatta Cardtek/Karbil/Paycore ihaleleri iptal ederek hizmet süresini uzattı diyen de var. Konu belediye (herhangi bir partiden bağımsız söylüyorum) olunca her şey mümkün olabileceğini düşündüğümden yorum yapmıyorum. Bu arada Asis, Cardtek/Karbil/Paycore ve E-Kent de hükümete yakın firmalar olduğu için işler ilginç gelmiyor değil. Ama şimdilik hala Cardtek/Karbil/Paycore işliyor gibi duruyor. Bakalım bir kez daha ihale yapılacak mı? Karbil ile sözleşme yenilenecek mi? E-Kent'in itirazı ne olacak? Bunları zaman gösterecek.

Ücret toplama sistemi noktasında belediyeye ait Ünibel'in bu sistemi üstelenmesi gerektiğini de söyleyenler var. Kentkart 2015 sonrasında kendini çok geliştirdi diyen de var. İstanbul'da Belbim gelsin diyen de var. Cardtek/Karbil/Paycore'a yönelik sistemi geriye taşığı eleştirileri mevcut. Açıkçası Kentkart dönemindeki gelen otobüs sistemi, araç içi navigasyon ve sesli bildirim sisteminin yok olduğunu düşününce mantıklı gelmiyor değil. Ne kadar 2015'te şifreleri vermediği için karışıklık olsa da Karbil'in Kentkart'ın cihazları üzerinde yazılımını çalıştırmayı başaramadığı da söyleniyor. Qr Kod, temassız ödeme ve birçok hizmetin olmaması da Cardtek/Karbil/Paycore yönünden düşündürmüyor değil.

Eshot içinde bir başka ihale sorunu da tam adaptif trafik kontrol sistemlerine ilişkin 3. kez ihale yapılmasına karşın ilk iki ihalede sonuç alınamayıp bu ihale için de itirazların gelmesi. Belediyeye ciddi yük olduğu ve akıllı trafik sisteminin getirilmesine engel olan bu durum da düşündürmüyor değil.

Kartlardan bu kadar bahsetmişken oradan devam etmekte fayda var. Ekim ayı içerisinde fiyat güncellemesi yapıldı. Burada gerçekten bir fiyat güncellemesi söz konusu zira öğrenci fiyatında indirime gidilirken diğer ücretlerde artış yaşandı. Tam ücret 3,56 TL, Öğretmen ücreti 3 TL ve Öğrenci ücreti 1,64 TL oldu. Açıkçası benim gibi her şeyin düz ücrete sahip olan biri için öğrenci ve tam fiyatları sinir bozucu ama ince hesap yapıldığını düşünmek istiyorum. Öte yandan 60 yaş kartının öğrenci tarifesi yerine öğretmen tarifesine paralel olacak şekilde değiştirilmesi ise asıl değişiklikti bence. Bir anda 1,80 TL'den 3 TL'ye çıkan bir ücret söz konusu.

Zam konusunda ilgimi çeken bir durum var. Aziz Kocaoğlu bütçemiz dar, zam yapmamak için uğraşıyoruz gibi açıklamalarda bulunmasına karşın Tunç Soyer cömert indirimler yapıyor. Aziz Kocaoğlu'nun açıklamalarını düşününce gerçekten iyi mi yapıyor bilemedim. Açıkçası kalıcı fiyat artışı yerine bayramlarda ücretsiz veya 1 kuruş olmamasını tercih ederim. Buna benzer açıklamayı tramvayların ön işletim seferleri olduğu dönemde ücretsiz yapılmasına ilişkin yapmıştım. Belli ölçüde bu indirimlerin son zammı tetiklediğini düşünüyorum. Ayrıca Aziz Kocaoğlu döneminde 7 ayda 2 zam gelmiş olmasının da enflasyon ve doların artışı karşısında etkisinin kalmadığını görmek üzmüyor değil. Bu indirimlere en son otomobilsiz kent günü etkinlikleri kapsamında 22 Eylül'de yapıldığını belirtmek gerekli. Bursa'daki gibi büyükşehir kütüphanelerinden alınan kitapla 2 biniş ücretsiz binme gibi bir imkana hayır demem ama. Kitap demişken, Bostanlı-Güzelbahçe arabalı vapurunda vapur kütüphanesi hayata geçirilmiş.

İzmir'de indirimli yolculuk demişken halk taşıt uygulamasından yeniden bahsetmekte fayda var. Sabah 6-7 ve akşam 7-8 arası %50 indirimli seyahat imkanı var. Yukarıdaki durumu tetiklemesinin üstüne sabah uygulamasının 5-7 olarak değiştiriliyor olması düşündürmedi değil. Ayrıca 0-5 yaş arası çocuğu olanlar için ayda 10 binişe sahip kartlar ücretsiz olarak verilecek. Bir başka ücretsiz ulaşım hakkı da muhtarlara yönelik. Onlar için de özel kart hazırlandı ve onlar da ücretsiz seyahat imkanından yararlanacaklar. 

Öte yandan kartlar noktasında olması istenen başka bir şey de kredi kartı ile temassız ödeme. Konya'da ve sanırım İstanbul'da bu varmış. İzmir için de Fuar İzmir girişinde uygulandığı söyleniyor. E-Kent devrinde olacağı düşünülüyordu ama olmadı. Karbil tarafının da böyle bir dönemde giriş yapacağını beklemek garip olur tabi. İstanbul'da ayrıca qr kodu ile de binme denemelerinin başlayacağına ilişkin haberler çıktı. NFC de ha keza uygulanan yöntemlerden. 

Çok fazla il değiştirenler için her ilin ulaşım kartını almak sıkıntı olsa gerek. Ortak kart olsun veya kredi kartı kullanalım gibi çeşitli öneriler de mevcut. Çok fazla kart yerine tek kart hatta kimlik kartı güvenlik tehlikelerini saymazsak mantıklı. Hatta yeni tip kimlikler için de benzer bir talepte bulunulabilir. Ulaştırma Bakanı'nın açıklamasına göre ulaşımda tek karta geçiş hazırlığı var. proje iller olarak Ankara, İstanbul, Bursa, Konya, Kayseri, Kahramanmaraş ve Düzce illeri seçildi. 2019 sonuna dek kullanıma başlanacağı söylendi ama sonrasında başka bir haberle karşılaşmadım.

Kartlarla ilgili son olarak belirtmem gereken bir şey var. Yıllardır ulaşım kartlarının alışverişte kullanılmasını isteyen biri olarak İstanbul'da bunun olduğunu duydum. Belbim (İstanbul'da ulaşım kartlarıyla ilgili kurulmuş belediyeye ait firma) Migros ile anlaşmış. Tek market olması güzel değil hatta Migros'a karşı tepkili olduğumdan bir Migros mu var dedim ama bu durum bazen hayat kurtarıcı olabiliyor. Merak ediyorum zamanında ulaşım kartına binlerce yüklenen çocuk bu imkana sahip olsaydı ne yapardı? Bence yine iade ederdi ama bir daha sorgulardı bu durumu. Öte yandan Ankara'da NKolay Ankara Kart ile alışveriş ve ulaşım kartı tek kartta birleşiyor. Bu noktada Nkolay ve E-Kent'in sahibinin Aktif Bank olduğunu belirtmekte fayda var. Aktif Bank Passolig'in de sahibi. Zaten E-Kent de e-bilet işlerini üstleniyor Passolig'in.

Bu sene gerçekleşen bir isteğim de Tınaztepe'deki üniversite hatlarına ilişkin. 30 Eylül'de mezun olan öğrencilerin kartları kapatılırken 290, 390 ve 690'ın tüm gün işletileceği duyuruldu. Hatta ben saatte bir olur derken daha sık aralıklarla belirlendiğini gördüm. Madem yapabiliyordunuz neden daha önce yapmadınız ey sevgili Eshot? Öte yandan İyte için de 883'ün ekspres araç olarak konduğunu ve saatte bir işleyeceğini belirtmem gerekli. Bu aracın gelmeisnden önce 3. İzmir Buluşmaları'nda bu konuya ilişkin pankart açıldığını da söylemek gerekli. Cevabını bulmuş olması güzel.

Otobüs saatlerine ilişkin bir düzenleme de baykuş seferleri ile ilgili. 13 Eylül 2019'dan itibaren Cuma'yı Cumartesi'ye ve Cumartesi'yi Pazar'a bağlayan gecelerde saatte bir kez metro ve tramvay seferleri yapılacağı kararlaştırıldı. Vapurlar noktasında 26 Nisan 2019'dan itibaren gece 03:00 (Karşıyaka) ve 03:30 (Alsancak) saatlerinde son seferleri olmak üzere düzenleme yapıldı. Geceleri bu saatlere kadar her saatte bir kez ulaşım kararı alındı. Vapurlar konusunda ekleme, Nostalji Vapuru getirildi. Müzik dinletili eski tip vapur görünümlü körfez tutu atacak bu araçların giriş ücreti 25 TL. Farkı bir eğlence için olabilir tabi.

Eshot'un uzun vadeli çalışmaları arasına yeni bir metro ağı daha katıldı. Halkapınar-Otogar metrosu. Demiryolu taşımacılığı önemli olmakla birlikte neden başka yerler varken burası daha derin bir önem kazandı bilemedim. İzban kanadında hattın Bergama'ya kadar uzayacağını da ayrıca belirtmek gerekli. İzmir metro kiptaçığından tramvaya yoğun ilgi dese de bazı saatler bayağı düşük seviyede insan olabiliyor. Akşam 9'da da olmaz diyor insan.

Birçok ilde gördüğümüz gibi İzmir'de de kadın otobüs şoförleri artık otobüslerin başında. Görünce bir anlık şaşırma sonrasında herhangi bir fark olmaksızın yolculuğa devam edebiliyorsunuz. 

Ulaşım konusunda bir başka uygulama da duraklara bilgilendirme levhalarının konulması. Eski sistemde de uzunca bir süre vardı. Şimdi ise daha şematik bir şekilde getirilmiş bir şekilde konmuş ama ben Konak'ta gördüm düzgün bir şekilde. Birçok durakta durağın adı yazmazken sadece şehir merkezine bunun konulması çok sinir bozucu. Bunun benzerini Buca için de yaşıyorum. Konak'a verilen önemin üçte biri verilse Buca'ya çok farklı bir Buca olurdu. İzmir'in en kalabalık ilçesi bu kadar üvey evlat muamelesi görmemeli. Görünen yüz Konak olabilir ama birçok yerde insanlar yaşıyor. Karabağlar için de benzer bir durum var ama Buca için şartlar daha vahim bence. Buca metrosu İzmir Metro kitapçığında tanıtılırken sorunlu bir bölgemiz "de" ifadesi kullanılınca alınmıyor değil insan. Ne Buca'daki durum yeni ne de az önemsenecek konumda. Tekrarlıyorum Buca İzmir'in üvey evladıdır.

Eshot araçlarda reklam ihalesine çıkmış. Açıkçası uzun zamandır olması gerektiğine inandığım bir şeydi bu. Ama sadece araçların arka tarafında olması garip değil. Araçların arkasının normalde de tamamen kapanması hoşuma gitmiyor zaten. Bazen arkadaki aracı görmek istiyor insan. Hele ki aktarma için.

Bundan sonra korona süreci hariç iki ana konum ve çeşitli gözlemlerim kaldı. Açıkçası ihale kısmının bu kadar uzun olacağını ben de beklemiyordum. Ama son dakikada yeni şeyler öğrenince eklemek istedim. Belirtmeliyim, Kartek geçişinde bile o dönemi bu kadar detaylı anlatamamıştım. Zaten son dava kısmı belli değildi daha. Neyse uzatmadan onlara geçelim.

İlki İZTAŞIT. İzmir Büyükşehir Belediyesi İZTAŞIT ile ilçe minibüslerini de otobüsleştiriyor. İZULAŞ gibi yeni bir iştirak olduğu söylenebilir. Boyut olarak  küçük otobüslere benzemesi de bunu kanıtlar şekilde. Bu sayede minibüslerin Eshot denetimine girmesi hedefleniyor. Eshot'un altında kalması planlanıp ulaşım kartı ile binilmesi planlanıyor. İlk başta 28 araçla başladı hatta ilk iki haftasında 113 binden fazla yolcu taşıdı ama son durumunu bilmiyorum. Benim bundan çıkarımım, bu sistem ile dolmuş sayısının azaltılıp kapasitenin bu araçlarla korunacağı yönünde. Dolmuş şoförleri yönünden bir şey yapılır diye umuyorum ve umarım endişelerimde yanılıyorumdur. Yoksa bu güzel fikir belli ölçüde tatsızlaşabilir. Seferihisar'da başlatılan sistemdeki hatlara bakmak gerekirse:
975 Seferihisar - F. Altay (Ulamış’a girmez)
985 Seferihisar – F. Altay
986 Ürkmez - Seferihisar
987 Ürkmez – F. Altay
989 Orhanlı – Seferihisar
990 Beyler – Seferihisar
991 Çamtepe – Seferihisar

Araçlara bakarken 988 nerede diyebilirsiniz. Onu da açıklık getireyim. Bu araç Gittiğin Kadar Öde kapsamında Kemalpaşa ile Evka-3 Metro arasında hizmet vermek üzere tahsis edilmiş. Ama ilk bakınca bir göze batıyor.

Gelelim benim için yılın en büyük olayına. Benim için diyorum çünkü üstte bu yazacağımdan çok daha ciddi olaylara yer verdim. Yukarıda belediyenin geri dönüş yaptığından bahsetmiştim. Bu sene sağ olsun bir değil iki geri dönüş ile beni ihya etti. 6 sene önce bu serinin ilk yazısında iki aracın kaldırılmasını eleştirmiştim. Bu araçlardan ilki 490'a evrilen 970 idi. Diğeri ise beni şoka uğratan 515'ti. Tarihler 12 Kasım 2019'u gösterdiğinde ise 515'in geri döndüğünü gördüm. 515 olduğu dönemde işime yaramazdı ama önemli olduğunu bilirdim. Ondan dolayı 2014'te bu kadar karşı çıkmıştım. Nitekim yanılmamış olacağım ki en sonunda -geç de olsa- geri döndü. Çok da işime geldi, adliyeye staj için gitmem gerektiğinde mükemmel bir çözüm oluyor bu kısma aşağıda değineceğim. Konuya dönersek belediye gereksiz diretmişti bu araçta. Aktarma önemli ama her koşulda aktarma da mantıklı değil. Alternatif vasfına girmiyorum bile. Önemi anlaşılmış ki geri geldi. 415'in kaldırılıp 515'in geldiğini ayrıca belirtmek gerekli. Bornova Metro ve Ankara Caddesi üzerinde olanlar için hoş değil ama önemli bir araçtı. Sefer sıklığının arttığını da ayrıca belirtmek gerekli (290-390'da olduğu gibi niye  415 de tam gün değildi, oradaki neden sorusu burası için de geçerli). O kadar eskiye dönüş olmuş ki 2014'teki gibi Şelale Parkı'ndan dönüp Nato'dan Buca'ya giriş yapıyor. Ben gelse bile 415 gibi Homeros Bulvarı'nı kullanır diye düşünüyordum (hayır da demezdim şimdi yolunun kısalmasına). 415'e benzer tek yanı ikisinin de  körüksüz olması. Öte yandan Mavi körüklü Volvo İzulaş'ları aramadım değil ne kadar bu sefer de İzulaş'ın araçlarını kullansa da. Onlar gelse nostalji görevi tamamdı. Onların da ilk geldiği güne ait bir fotoğraf gördüm. Yanlış hatırlamıyorsam 1993'ten kalma araçlarmış. Güzel araçtı, severdim kendisini. Öğrenciler için de önemli tabi. 290 ve 390'dan önce o vardı. Dokuz Eylül Bilişim Servisi DEBİS'te yer alan forumlarda kendisinin özel başlığı vardı. Bu noktada Twitter'da gezinirken ulaşıma getirilen güncelleme sayesinde bu kadar uzun hattın geri döneceğini de okudum. Mantıklı da geldi bana.

Öte yandan başka geri dönen araç da 330. Bornova Karşıyaka arası zaten araç varken niye kaldırdılar anlamamıştım. 540 da vardı eskiden ama çoktan kaldırılmıştı 2014 öncesinde. Onun da dönmesine sevindim. Karşıyaka'da değilim artık ama önemli bir vasıta olduğu kesin. Bu arada Çiğili için de 816 numaralı araç da eklendi. Bu kadar dönüş sonrası insan acaba 514 de döner mi diyor ama o 515 kadar önemli değildi. Döneceğini pek zannetmiyorum. Ne kadar 515'ten daha çok seviyor olsam da.

Bu konu ile ilgili son olarak belirtmem gerekli ki, 515'in geri dönüşüyle ilgili yazdığım Instagram'da İzmir Etkinlikleri sayfasının radarına takılmış. Orada paylaşmış tweet'in ekran görüntüsünü (en sonda). İlginç oldu benim için de. Ben sayfayı takip etmediğim için deli gibi direkt mesaj geldi. Linki de burada:

Felaketleriyle gelen 2020'nin en büyük olayı şüphesiz korona virüsüydü. Bu yüzden herkesin hayatı allak bullak oldu. İnsanlar eve kapandı, sokağa çıkma yasağı geldi vs. birçok durum oldu. Tabi ki bu durum ulaşımı da vurdu. Ulaşıma talep %85-90'lara varacak kadar azaldı. Eczacı-sağlık personeli için ve de jandarma ve sahil güvenlik personeli için de ulaşım ücretsiz hale getirildi. Diğer önlemlere bakmak gerekirse:
-Maske ile toplu taşımaya binme zorunluluğu getirildi.
-Yeşil noktalı koltuk uygulaması getirildi. Bu noktalar otobüste çeşitli noktalara konarak sosyal mesafenin korunması amaçlandı.
-%50 yolcu sınırı getirildi araçlara. 19 Haziran itibariyle kaldırıldı.
-Klimaların kapatılması kararlaştırıldı ve bazı araçlarda ameliyathanelerde kullanılan hepa filtreli ve ışınlı hava temizleme cihazlarının kullanılmaya başlandı.
-Havalimanı hatlarında düzenleme yapıldı (200-204 durdu, 202 şehir içinden geçecek şekilde hizmete alındı). 204 yakın zamanda hizmete başladı.
-Şoförler için siperlik ve özel kabin yaptırıldı.
-Ulaşım saatlerinde düzenlemelere gidildi (hafta içi, hafta sonu ve sokağa çıkma yasağına özel olarak)
-65 yaş kartının kullanımı onların çıkma yasağı süresince askıya alındı. 9 Haziran'dan itibaren işlemeye başlatıldı.
-Tüm İzmir Metro ve bazı İzban istasyonlarına maskematik eklendi. Kimilerince bu maskematikler Half-Life'taki can basma makinelerine benzetildi. Bunun yanı sıra tramvaya dezenfektanlar eklendi.
-8 Haziran'dan itibaren Fahrettin Altay civarında birçok hat bölgedeki çalışmalar nedeniyle geçici veya kalıcı çeşitli düzenlemelere tabi oldu. Buna ilişkin duyurular esnasında Fahrettin Altay Meydan 3 durağını da görmek garipti.

Umarım en kısa sürede atlatılır bu süreç. Zira psikolojik olarak yorucu oluyor insanlar için. Dikkatli olmakta fayda var.

Tüm yukarıda anlattıklarımın yanı sıra Eshot bazı uygulamalar ve açıklamalar yaptı. Kısaca değinmek gerekirse:
-Göztepe Stadının açılması sonrası maç günleri özel uygulamalar getirdi. Stadın olduğu kesimde belli bölümler yola kapatılıyor. 202'nin güzergahında düzenleme yapılıyor.
-Bostanlı ve Fahrettin Altay'a kart merkezi açıldı (Bucada da bir merkez olabilir. Merkezler konusunda nüfus referans alınabilir).
-İzmir'e 15 yerli otobüs geldi. 300'den fazla otobüs için ihale yapıldı.
-Eshot ve İzulaş araçları 17 Şubat'ta Gıda Çarşısı civarında kaza yaptı. Eshot konuyla ilgili özür yayınladı. https://www.eshot.gov.tr/tr/Haberler/3735/91
-Üniversite öğrencilerinin sık kullandığı hatlara wi-fi eklendi (Wizmirnet altyapısı kullanılıyor). Deneme fırsatım olmadı ama hareket halindeki araçlarda Wi-fi'dan hayır görmedim. Olması iyidir tabi.
-Askıda İzmirim Kart uygulaması kapsamında öğrencilere yönelik ulaşım kartı yüklemesi imkanı getirildi (Belediyenin şehirle iletişim için açmış olduğu bizizmir.com üzerinden ulaşılabilir).
-Otomatik yükleme cihazına kartı koymak için cep eklendi. Bir elle kartı ilgili yere tutmak zordu. Aranan bir şeydi. Bir de her makine hem kağıt para hem de madeni para kabul edecek şekilde olursa güzel olur. İstanbul'da da daha önce varmış.
-Katlanır bisikletlere 26 ağustos 2019'dan itibaren izin verilmesi kararlaştırıldı. Bu kapsamda hafta içleri saat 9-16 ve 21-06 arası, hafta sonu ise tüm gün binebilecek şekilde binişlerine izin verildi.
-Eshot'tan yapılan açıklamaya göre şikayet merkezine gelen şikayetlerin %82'si çözülüyor.
-Eshot içinde güneş enerjisi tesisleri arttırılıyor. İlk olarak 2,5 sene önce Gediz'deki tesislerde kurulmuş, şimdi ise Gediz'e ek kısım yapılıyor ve de Adatepe ve Çiğli'deki eshot garajlarına kuruluyor. 5 milyon tl tasarrruf hedefi var. Ayrıca güneş enerjili duraklar da kurulması planlanıyor. 15.850 ağacın yapacağı karbon emisyonunun yapacağı düşünülüyor.

Ve gelelim sene içindeki maceralarıma ve bazı görüşlerime.

Bu sene içinde aradığım şeylerden biri daha önce de olan Konak-Karşıyaka arası direkt otobüs olmaması. Vapur olması güzel ama insan farklı bir alternatif aramıyor değil doğrusu. Konak'taki yoğunluğu azaltmak amaçlansa da Karşıyaka'nın böyle konumlandırılması garip.

415 döneminde Yenişehir Pazar yeri durağındaki yol düzenlemesi sebebiyle oradaki durak devre dışı kaldı. Oradaki duraklar arası mesafe düşünülünce rahatsız edici. Keşke o yola girse diyor insan. Bölgenin yapısı incelenince gereğinden fazla yol uzayacakmış gibi duruyor. Çünkü Yenişehir Pazar Yeri'nin önünden geçip direkt itfaiyenin yanından yeniden yola çıkamıyor.

Okuduğuma göre Ayrancılar'da oturanlar 90 dakikadan yararlanamıyormuş. Seçim vaadi verilmesine karşın uzunca bir süre bir şey de yapılmamış. Son durumu bilmiyorum ama hoş bir durum değil bence.

Gittiğin kadar öde ve artı para sistemleri için hala önerilerde bulunasım geliyor. İzban için binilen durakta iade gelmeli. Bunun neden olmadığı ile ilgili fikrim yok. İzban bazen sapıtınca can sıkıcı olabiliyor. Bu sene stajım nedeniyle adliyeye gitmek istediğim bir gün gelen İzban'lar dolu olunca artı parayı yakıp 415'e bindim (işte bu yüzden alternatif önemli diyorum yoksa daha çok beklerdim). Sonrasında daha da binmedim İzban'a sabahları. Nasıl kötüye kullanılır bilmiyorum ama kartı bastıktan 15-20 dakika içinde iade sınırlaması getirilebilir aynı durak için. İki saatte dünya turu atıp para ödemeden çıkmak hoş olmaz gerçektende. Yazılımla dediğim yapılabilir bence. Öte yandan otobüsler için validatörler inilen durağa konulabilir aslında. Özellikle şehir merkezi dışında bu dediğim zor ama yapılırsa verimli olabilir. Kalabalık otobüste ön kapıdan inen için sorun olmaz bence.

Bu seneki en ilginç keşfim Gaziemir-Alsancak arası İzban hattı. Çok mantıklı olmakla birlikte duyurular veya tabelalar okunmayınca can sıkıcı olabiliyor. Salhane'ye gitmek isterken son durak Alsancak olunca insan bir üzülmüyor değil. Çok sorun değil ama insan yaptığı hataya üzülüyor.  

En ilginç anım ise kesinlikle 515'teydi. Eve dönerken Şirinyer'de şoför Hipodrom dönüşünün orada hangi yol diye yolculara sordu. İlk başta ne olduğunu kavrayamadım ama sonrasında soldan diye bağırdım. İlginçti. İlk defa yolu tam bilmeyen şoför görmüyorum ama şoförün tepkisi garipti. Ben Euro Truck Simulator oynarken navigasyonu okuyamadığım bazı anlarda öyle tepki veriyordum.

Bu sene hayatımda ilk kez Galatasaray maçına gittim (Göztepe ile ilk devre olan maç). O dönem Göztepe Doğanlar Stadı'nda oynadığı için farklı bir deneyim oldu benim için. 304+İzmir Metro ile Evka 3'e geçtikten sonra 317 ile rahat gittim ama kalabalığın da etkisiyle biraz yürüdüm (durağı kaçırmadım bu sayede tabi). Evka 3'ten 214 ve Bornova'dan 268 de gidiyor o tarafa. Maçtan sonra dönerken kalabalıkla yolu şaşırdığım için tesadüfen durağına rastladığım 268 ile Bornova Metro'ya indim. Hızlı gitti. Öte yandan belediye bazı otobüsleri de koyuyor ama onlar çok hızlı doluyor. Binmek istemezdim açıkçası. Ne kadar Göztepe'nin yeni stadı açıldığı için anlatacaklarımın önemi kalmasa da (hatta Göztepe'nin bu stattaki son maçına gitmiş olsam da) ilginç bir deneyimdi.

Hakimlik sınavı için Ankara'ya gittiğimde Ankara'daki birkaç şeye de baktım. Otobüs kullanmadım. Hatta kullandığım tek otobüs AŞTİ'den Kızılay'a giden ücretsiz servisti. Ankara'da olduğum süreçte metro hattını inceledim. Ankara Metrosu'nun 3 hattı tek hat aslında. Ben Çayyolu metrosu üzerinde binip Kızılay'da biner sonra oradan istediği yere giderim diyordum ama kesintisiz şekilde gitti. Bazı metro duraklarında yanlış taraftan binişin dönüşü olmaması üzdü. İzmir'de birçok yerde hatanızı düzeltme şansınız var (belki her yerdedir ama her durağı görmediğim için bilmiyorum). Metronun bazı kısımlarda eğik gitmesi de garipti. Ama metrolarda bisiklet bağlamak için alan var. 2017'de Ego'nun sitesinin kötü olduğunu yazmıştım. Toplamışlar ama hala mükemmel değil bence. Mobil uygulaması daha iyi. Eshot'tan daha başarılı diyebilirim. Tek sevmediğim şey online yükleme sonrası kartı iki kez okutmanın gerekmesi. Çok sinir bozucu. Ankara'da son gözüme çarpan ise bütün araçların kartlı sisteme geçmiş olması. Halk otobüslerinde eskiden bilet vardı. Küçük olanlarının lakabı da beyaz dolmuştu.

En sonunda bu yazıyı bitirmeyi başardım. Ocak döneminde bu yazı çok uzun olacak diyordum ama pandemi sonrası o kadar yazmam herhalde demiştim. Bu ihale sürecini keşfetmem odağımı dağıttı ondandır saatlerdir yazıyorum. Ama bir seneyi daha tamamlamak olmak güzel. Bakalım ileride zaman neler gösterecek bize.

Son olarak sabrınız için tekrar teşekkürler. Ben bile okumaya üşenirim yazılarımı. Ama benim için belli ölçüde günlük olduğu da aşikar. 

3 Mayıs 2020 Pazar

Giden 2019 ve Geçen Hayat


Yazıya her sene daha erken yazmak isterken nasıl daha geç yazıyorum diyecektim ki geçen sene bu tarihten de geç yazmışım (18.05.2019). Ancak bu durum yine de hedeflediğimden daha geç yazdığım gerçeğini değiştirmiyor tabi. Sonuç olarak bu yazıdaki hedefim esasen önceki senenin özeti olması ve yazıyı yazdığım dönemdeki son birkaç olanı da eklemekti. Neyse anlaşılan yine çok uzatacağım, direkt konuya gireyim.

Her sene biraz da hayatımı özetlediğim bu yazıda bu sene genel olarak ruh halimin geçen sene ile benzer olduğunu söylersem yanlış olmaz sanırım. Sadece kendimi çok daha yorgun hissediyorum. Ve tabi ki bu durum psikolojik, yoksa hala hızımdan taviz vermediğim inancındayım. Öte yandan genel olarak bu yorgunluğun beni çok daha üşengeç hale getirdiğini söylemem gerekli. Lisede 8:30'da başlayan okula 7:45'te okula gelen benden derse geç kalan bene. İlginç ama kendi içinde gerekçesi var sanırım.

Tabi derin derin ne olduğuna gireceğim ama konuları kronolojik olarak aldığımdan bu kuralı bozmayalım. Geçen seneki yazıyı yazdığımda en son Eurovision finalinde kalmışım. O kadar çok şey olmuş ki nerede kaldığımı hatırlamak için yazıyı yeniden okumam gerekti. Çok da uçuk kaçık olmayan Eurovision finali sonrası girmiş olduğum hayatımın en stresli dönemi devam etti. Yoğundu ama daha çok stresi hissettim diyebilirim. Öncelikle aynı anda hem lisans hem de açıköğretimden önlisans okuyan biri olarak ilk başta Aöf finalleri karşıladı. Tıpkı lisansta olacağı gibi burada da son sınavlarım olacaktı. Sevgili Anadolu Üniversitesi yine beni uzaklara atmayı sevdiğinden hikayenin en başında olduğu gibi Göztepe taraflarında son sınavıma girdim. Çıkmış sorular taktiğini uyguladım ve artık sonuçların gelmesini bekledim.

Aöf sonuçları açıklanmadan beni karşılayan şey ise lisanstaki son finallerimdi. Tertemiz 9 sınavım olduğundan germiyor değildi. 2 hafta içinde her gün sınav yoruyor. Eskiden 2-3 günde bir sınav olunca çok daha rahat oluyordu. Son sınavlar olması nedeniyle daha fazla gerilince ikinci hafta kendimi telefona kelime oyunu indirip 400'ten fazla seviyesini çözmüş olarak bulmuştum. Sınav dönemi sırasında mezuniyet cübbelerini almamız ve Aöf sonuçları açılanıp orada mezun olduktan sonra (evet orada lisanstan sonra başlayıp daha önce mezun oldum) kafada bütünlemeye kalma riski olan birkaç dersle o süreci tamamladım. 

Sınavların bitişini takip eden ilk Pazartesi (24.06.2019) mezuniyeti kutlamak namına kepleri attık. Tabi mezun olup olmayacağımızın garantisi olmadan bunu yapmak garipti ama güzel bir gündü. Ama çok çok uzundu. Bir süreden sonra insan sıkılmıyor değildi. Öte yandan fakülte binasına gidip fotoğraf çektirmediğim gibi amfi tiyatro (mezuniyetin Tınaztepe'de orada oldu) içinde çekilenleri de atmadım. Olaylara karşı hızlı tepki göstermeyen bendeniz için şaşırtıcı değil. Zaten fotoğraflarla aram pek iyi değil malum. Konu dışı olacak ama hızlı tepki göstermeme huyum ileride çok sinir bozucu bir hal alacakmış gibi hissediyorum.

Ve tüm bu sürecin sonunda lisedeyken asla orada okumam dediğim, sonra kaderin cilvesi olarak okuduğum ama en tepesine çıkmadığım için kendimi teselli ettiğim Tınaztepe maceramın sonuna geldik dememi bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Büyük konuşmamam gerektiğini en net şekilde öğreten Tınaztepe ile bir işim daha vardı. Geçen seneden ne olabileceğini yazmıştım aslında. Bir yüksek lisans mevzumuz vardı kendileriyle daha. Tabi bunun anlamı ne kadar mezun olsam (ki o da Temmuz'un başı gibi belli oldu aslında, bütünlemeye kalmadan verdim dersleri) da ders çalışmamın bitmediğiydi. Zira 16 Temmuz'da sınav vardı. Kepleri attıktan 10 gün sonra anca kendimi ders çalışmaya verebildim ama. Zira bıkkınlık vardı. Sonrasında sınava girdim ve sonuçarı beklemeye başladım. Açıkçası benim için senenin bütün yoğunluğu o an bitmişti. Ama sonuçlarla ne yapacağımı kestirecektim. 22 Temmuz'da ise sonuçlar açıklandı. Hayatım bana hala büyük konuşmamam gerektiğini hatırlatmak için Tınaztepe'de okumama devam etmemi istiyor olacak ki kendimi yüksek lisans sınavını kazanmış olarak buldum. İşin garibi ilk başta özel hukukta giren diğer arkadaşlarımı aratmaya çalıştığımda soyadı "Özel" olan birini ilk gösterdi. Ne hikmetse o da kamu hukukunda olduğundan sonuçlara dair ilk gördüğüm şey kendi adım oldu. Garipti ama en sonunda bitmişti. Hiç değilse bir süreliğine. Aslında birçok şey yeni başlıyor da denebilirdi.

Şimdi bu noktada ruh halimi anlamak için geçen seneki yazının ortalarına dönüp olanları hatırlatmakta fayda var. 2019 Aralık'ta ilk vizelerim bittikten sonraki ilk Pazartesi II. DEÜMBM için 45-50 gün aralıksız çalıştım. Başvurular, atamalar, etkinlik ihtiyaçlarının temini, etkinlik sırasında hem UAD'nin olması hem de genel işlerle ilgilendim. Etkinlik hazırlık sürecinde aldığım yüksek lisans kararı doğrultsunda YÖKDİL'e başvurdum ama çok da çalışma fırsatım olmadı. Sonrasında ikinci dönem başladı, ondan 3 hafta sonra YÖKDİL oldu(10 Mart). Yökdil bittikten sonra Hukuk Ezgi Topluluğu konseri ve onun hemen ertesi iki gün Aöf vizeleri vardı(14-15 Nisan). Tabi bu sırada dersler devam ediyor. Ayrıca aktif organizasyon ekibi üyesi olmasam da III. DEÜMBM  toplantıları oluyor ve onlara da katılıyorum. Aöf sınavlarından 3 hafta sonra ilk başta ALES (5 Mayıs) ve sonrasında hukuk fakültesi vizeleri( 6-17 Mayıs) oldu. Sonrasında seçimler nedeniyle bir hafta erkene kayan Aöf finalleri (25-26 Mayıs). Sonrasında hukuk fakültesi finalleri (10-21 Haziran) ve mezuniyet oldu (24 Haziran). Ve tüm bunlarla birlikte yüksek lisans sınavı süreci. Tamam herkes için çok abartılı olmayabilir ama ben bu süreçte gerçekten çok yoruldum. Üçünüc sınıfta 7 gün durmadan Aöf sınavlarına girmiştim ama o zaman okul da erken bitmişti ve o yaz çok güzel dinlenmiştim. Bu sefer Yüksek Lisans sınavları ile birlikte Temmuz'un ortasına kadar yüksek bir tempom oldu. 

Yukarıda uzunca anlattığım süreç sonrası hiçbir şey yapmak istemiyordum. Ama dinlenmeye fırsatım olmadığı gibi yüksek lisans kayıtları geliyordu ve avukatlık stajım için de bir şeyler yapmam gerekliydi. Fotoğraf çekimi, kimlik yenileme sonrası yüksek lisans kaydımı aldım ve sonrasında süper yavaştan alacağım staj belgelerini toplama sürecine geçtim. Ama o Kasım'da bittiği için ona sonradan değineceğim. Bu noktada geçici mezuniyet belgesini alırken onur belgemi almayı unutmam ve onun için bir hafta sonra gitmem tatsızdı. O gün kafam iş yapmak için kafam uygun değildi.

Yüksek Lisans kayıt günü ortalığın kalabalık olmasının yanı sıra internetten kayıt için ön işlem yapılması gerekliydi ama kimlik seri numarası bilgisi de isteniyordu. Ama önceki hafta yenilediğim kimliğim o gün geleceği için uzun süre çıkamadım. Çıktığımda da anca belgeleri onaylattım. Kayıt işlemlerini ertesi gün hallettim. 

Ayın sonuna doğru da yüksek lisans başladı. 4 sene boyunca kalabalık bir eğitimden sonra çok az kişiyle eğitim görmek ilginç bir his. Kimi derslerde 3-4 kişiye kadar düşebiliyor. En fazla 25 oluyor. Ortalama hukuk fakültesi dersi için (seçmelilerden bahsetmiyorum orada da 3 kişiyi gördüm) çok komik bir rakam. Öte yandan birkaç hafta sonra herkes birbirine ısındı ve eğlenceli geçmeye başladı. Tabi zor dersleri ve ödevleri saymazsak. 

Yüksek lisansa başladığımdan beri söylediğim bir şey varsa o da kesinlikle lisansta yatarak geçtiğim hissidir. Bir kere her ders için ödev yapmak zorunlu. Lisansta 3 kere ihtiyari makale ödevi verildi. Bunun dışında bir üç-dört kere de basit ödevler verildi. Şimdi her derste belli bir akademik araştırma sonrası makale tipi ödev yapmak zorundayız. Yukarıda hiçbir şey yapmama isteğimden bahsetmiştim değil mi? Hayat benimle dalga geçiyordu adeta. İlkokulda ve lisede proje ve performans ödevlerinden nefret eden benim için ceza gibi bir şeydi. Ya da yine hayat büyük konuşmamamı istiyordu. Proje ve performans ödevleir ile ilişkimi şöyle açıklayayım; 6.sınıfta bir performans ödevinden az kalsın 50 alıyordum, 10. sınıfta bir hocam proje ödevime 70 verdi ama sınavların iyi olduğu için 70 verdim yoksa 70 etmez demişti. İstisnalar olmakla birlikte genel isteksiz yaptığım ve sevmediğim ödevlerdi. Aynı isteksizlik burada olduğundan deli gibi gece mesaisi yaptım zaten. Lisans hayatında sınavlar için Ramazan hariç (ki onda bile tam değil) gece 2'den sonrasına kalmadım.  Yüksek lisansta 4'te yatıp 7'de kalmak hayat alışkanlığı oluyordu az kalsın. 

Derslerde ödevleri bu kadar zorlaştıran başka bir konu da avukatlık stajımı başlatmış olmamdı. Gerekli belgeler ve ödemeler için İzmir turları attıktan(Vergi dairesi, adliye, baro, avukat) sonra 8 Kasım'da stajımı başlattım. Gerekli belgelerde tanıtma kağıdını yüksek lisans sınıf arkadaşlarıma imzalatmam komikti. Ancak stajın başlaması derslerin yanında -ne kadar aktif olarak avukat yanında çalışmasam da- mahkemeler için imza yoğunluğuna girmeme neden oldu. Bu en üst seviyede şöyle bir sonuç doğurdu. 10 Aralık günü iki derste de sunum vardı ve ben de tabi ki ödevleri son geceye bıraktım. O gece 4'e kadar uyanık kaldım. Sonra yatıp 7'de uyandım. Hazırlandım ve mahkemeye gittim (kimileri her mahkeme günü gününe imza istemiyordu diyebilir ama ben o her mahkemelerin birinde değildim). Sabah imzamı attım, okula döndüm ödevin kalan kısmını bir şekilde hallettim ve sonra derse girdim. O dersten sonra (ki tam da sunmadık o ayrı) ikinci dersin de ödevini teslim ettim. İlginç bir gündü. Son dakikaya bırakılan işler can sıkıyor ama ben de daralmıyor değilim.


İlk dönemin sonuna doğru DEÜMBM eksenin ekstra bir iş daha takvime girdi. Aslında ekip daha farklı birkaç etkinlik işleri ile de uğraştı ama ona ben katılmadım. Zaten yüksek lisans olmasaydı çok daha pasif bir konumum olacaktı. Ne şans ki girdim. Paragrafın ilk cümlesinde bahsettiğim iş, eğitim konferansı idi. 2014'ten beri gözlemci olarak katıldıklarım dışında ilk defa bir etkinlikte organizasyon ekibinde değildim. Saf içerik ekibinde yer aldığım tek etkinlik olabilir. III. DEÜMBM için resmi olarak organizasyon ekibinde değildim ama katkım vardı. Burada sadece içerikti. Bir şekilde o süreci de tamamladık. Güzeldi. Eğitim konferansının bir ayrıntısı daha sonra ilginç bir olaya da neden olacaktı.

Bu arada hakimlik sınavı için Ankara'ya gittim. Aynı hafta sonu iki otobüs yolculuğu. Arada bir sınav. Dönüş sonrası eve geldikten 2 saat sonra derse girmek gibi ilginç bir iş çıkardım. Zevkine gitmiştim, zaten okuldan arkadaşları görmekti bir bahanem. Ondan çalışmadım. Ama arkadaşlarla görüşme fikrinin uygulamada pek başarılı olduğunu söyleyemem. Organizasyon kurmak zor oldu. Zaten sadece idari yargıdan girdiğim için beni herkese göre farklı bir yere yollamışlardı. Ama ulaşımı kolaydı. Sıkıntı yaşamadım. Sonuç da tahmin ettiğiniz gibi düşüktü. Ama iyiydi.

Hakimlik sınavı geçtikten ve ilk dönem bittikten sonra stajın yanında III. DEÜMBM işleri devam ediyordu. İşin garibi bu sene yine bir şeyler oluyor ama önceki iki senede olduğu kadar sorunlu değildi. Belki son kez olacağı için hayat acımıştı bize, bilmiyorum. Ve evet bu arada DEÜMBM son kez gerçekleşti. Ve topluluk tarihinin bence en sorunsuz etkinliği oldu. Ben oldukça rahattım. Komite sayısının azalmasının etkisi de vardır muhakkak ama yine de şaşırtıcı. Mükemmel değildi ama iyiydi. Zaten MBMTR'lerden sonra hiçbir etkinlik bizim için mükemmele ulaşamaz, o ayrı. Bu arada benim geçen sene tek başıma yaptığım ve az kalsın kafamı yememe neden olacak başvurununh toplanması ve atamaların yapılması işini bu sene 4 kişi yaptı. Sanırım bu durum neden geçen sene kafayı yeme raddesine geldiğimi açıklar. 

Neden son DEÜMBM oldu sorusunun yanıtına kısaca değinmek gerekli sanırım burada. Ekip yorulmuştu. Ben zaten emekli x emekli idim. Okulda etkinlik yapma süreci çok çok zorlaşmıştı. Önceki sene topluluk yönergesindeki değişiklik ücretli etkinliği bile yasaklamıştı. Bizimkiler zar zor çözmüştü dilekçe ile. Onun dışında okul özelinde de birkaç durum olunca son etkinliği yapıp topluluğu kapatma kararı aldık. Bunu tabi ki de gizlememiz gerekliydi.

Tüm bu sürecin sonunda kapanışı açıklamamız "Unutulmaz" bir vedanın olmasını sağladı. Kapanış videosu sonrası insanların en az 6 saniye tepki verememesi, videonun vuruculuğu, insanların kapandığına üzülmesi videoda yer alan Mirkelam'ın şarkısı gibi "Unutulmaz" bir iş yaptığımızı gösterir gibiydi. Bu noktada o videonun çıkışını da anlatmak gerek. Etkinlikten yaklaşık bir hafta önce staj işleri sonrası eve dönerken otobüste şoför Unutulmaz'ın Göksel versiyonunu dinliyordu. Sonrasında "ya bu şarkı Mirkelam'ındı" diyerek onun versiyonunu dinledim ve etkinliğe kadar aklıma takıldı. Sonrasında ise bunu büyük finalde videoda kullanma fikrini sevgili iş ortağım ve aynı zamanda "Koordinasyon Kurulu video yapar" lanetinin ortaya çıkmasında birlikte etkimin olduğu Ferhat'a söyledim. O da bunun yanına Levent Yüksel - Bu Gece Son'u ekleriz çok güzel olur dedi ve ortaya bu iş çıktı. Ve etkinlik herkes için "Unutulmaz" oldu. 

Yeri gelmişken arada paylaşalım. Mirkelam - Unutulmaz
https://www.youtube.com/watch?v=lYQ0LME3Tqc

Bunun bu kadar etkileyici olacağını beklemiyordum. Ama hoşuma da gitti. Minik bir unutulmaz akımı yaratmış olabilirim. Tabi sevgili Ferhat'ın katkılarıyla. Tabi ben nakarattan direkt giriş yapmasını tercih ederdim daha vurucu olsun diye ama o şartlarda anca bu kadar oldu. Tabi bu karar sonrası birçok kişi haklı olarak üzüldü. Birçok kişi ağladı, bize kızdı söylemediğimiz için. Ama söylesek de etkinlik o seviyede olmayacaktı. Bu kadar unutulmaz kalmayacaktı. Video girdiğinde odak noktam genel olarak şarkıydı. Zaten Buca'ya taşındığımdan beri yarı robot modunda birçok olaya tepkisiz kaldığımdan pek de üzülmedim. Hatta tam bitti psikolojisine girdim desem de yalan olur. Zira yine kapanış öncesi ve sonunda aklımda okulun düzeni vardı. Ve ben yine onlarla uğraştım. Belki de bir nedeni odur. Sonrası ise klasik toplantı süreci.

Tabi bu etkinliğin sonunda benim için beklenmedik bir sürprizi oldu. Beklenmedik olduğu kadar da güzel bir sürpriz. Aslında sonradan genel bir düşününce aslında sürpriz geliyorum diyormuş ama ben beklemiyormuşum. Benim için en "Unutulmaz" kısım o oldu sanırım. Ama devamında işleri istemeden batırma yeteneğine sahip olan ben yine yapacağını yaptı. Enis Kirazoğlu'nun deyimi ile "İşler beklediğimiz gibi gitmedi".

Sonrasında ikinci dönem başladı. Yüksek lisans özelinde dönem arası da gelenler oldu. Eğlenceli ortamımız devam ediyordu. Hatta etkinlik planları falan yapılıyordu. Ama o da ne? Bir anda sanki bir filmdeymişiz gibi bir senaryo çıkageldi. Covid19, Korona, Wuhan virüsü veya her ne zıkkımsa bütün her şeyi değiştirdi. Düşününce hala garip geliyor. Okullar başta tatil oldu, sonra uzaktan eğitime geçildi. Adliyeler, avm'ler neredeyse her yer tatil oldu. Ligler ertelendi, webcam değere bindi. Geçen sene final gününde yazdığım Eurovision bile iptal edildi. Hayat durma raddesine geldi. Sokağa çıkma yasakları ile ilk kez karşılaştı birçok kişi. İnsanlar eve kapanıp kafayı yeme raddesine geldi. Açıkçası benim düzenimde değişen çok bir şey olmadı. Ben zaten büyük ölçüde evde olan biriyim. Tek garipsediğim herkesin evde olması. Ama ona da alıştım diyebilirim. Umarım mümkün olan en kısa zamanda bu süreç atlatılır.

Tabi böyle bir durumda ödevlerle uğraşmak pek de hoş olmadı. Zaten isteksizken insan daha bir isteksiz oluyor. Bulunduğumuz hafta zarfında iki ödevi araştırmalarla bir hafta sıkıştırmak can sıkıcı ve yorucuydu. Ellerim yazmaktan harap ve bitap düştü (50-60 sayfa yazdım zira). Aslında şu an bu yazıyı yazmak istemiyorum ama şimdi yazmazsam hiç yazamayacağım. Hem Haziran'da "Ah Eshot Ah!!!!" var. Bu yazı ondan önce gelmeliydi. 

Neyse ki şu an daha rahat olduğum bir dönemdeyim. İki ödevim var ama yaptıklarım işin zor kısmıydı. Staj nedeniyle dinlenir miyim bilmiyorum ama geçen seneden beri gelen yoğun tempo biraz ivme kaybedecek. Tabi tez yazmaya başlayana dek bu durum gidecek gibi. 

Öte yandan önceki iki sene yazdığımda hep kendime kızgın olduğumdan bahsetmiştim. Bu sene o kadar da kızgın değilim kendime. Hiç değilse o dönem kızdığım şeyler pek dert olmuyor. Ama kendimi kızdırmak için yeni yollar buluyorum dersem yalan olmaz. Bir şekilde aynı döngüye sokuyorum kendimi. Bazen o an önemsenmeyen bir şey sinir bozucu etkilere neden olabiliyor. Sonucunda bazı şeyleri yapabilmek için gerekli yetkinliğe -belki olgunluğa- sahip değilmiş gibi hissedebiliyor insan. 

Sonuç olarak geçtiğimiz yıldan beri süreç bu şekilde işlemiş. İlk başta daha kısa sürer dedim ama yine ekleyecek zibilyon şey buldum. Daha uzun yazılarım olmuştu muhtemelen. Öte yandan geçen sene okul bitince yazı nasıl olacak demiştim ama bendeki eğitim aşkı yine benzer bir yazının doğmasını sağlamış. Hiç değişmeyeceğim sanırım. Her zamanki gibi buraya kadar sabrınız yettiyse teşekkür ediyorum.

Yazıyı bitirmeden önce bu sene için de şarkı önerim var. Evet arada Mirkelam-Unutulmaz'ı paylaştım ama o III. DEÜMBM'ye özel. Buraya özel başka bir parça fikrim var. Son dönemde keşfettiğim ve aslında Grup Vitamin'in sadece absürt komedi işleri yapmadığını gösteren bir parça var bu sefer. Grubun solisti Gökhan Semiz'in vefatı sonrası onun anısına hazırlanmış farklı bir uyarlaması var ama ben ilk halini koyacağım. Bakalım önümüzdeki seneye kadar neler olacak? Umarım bu yazıyı yazma şansım olabilir. Dünya pek de tatlı bir hal almıyor zira. Dikkat edin kendinize.

Grup Vitamin - İstanbul'da
https://www.youtube.com/watch?v=T3OMZbU6d7w