31 Aralık 2022 Cumartesi

Giden 2021-2022 ve Geçen Hayat

 

Normal şartlarda bu yazı serisinde yazılar yeni yıla girdikten birkaç ay sonra yazılır, bundan dolayı önceki sene yaşananların yanında yazının yazıldığı ana kadar olanlar da anlatılır. Başka bir deyişle giden yılın yanında yazının yazıldığını ana kadar geçen hayattan da bahsedilir. Başlığın hikayesi aslında budur.

Ama bu serideki son yazı ve hatta daha öncesindeki süreçten beri bir şeyler yazmam nedeniyle oturup yazı yazmak zor geliyor. İşin yoğunluğu yanında enerjim de olmuyor eskisi. Ondan dolayı bu sefer yazı bayağı gecikmiş olduğu için değişiklik yapıyorum. Giden iki yıldan bahsedeceğim (her ne kadar yayın tarihi itibariyle 2022 bitmemiş olsa da) ama geçen hayat olmayacak. Aslında giden yıl da geçen hayat içinde ama derdimi anlatabildiğimi düşünüyorum.

Ama her ne kadar bu serinin önceki yazılarından daha fazla süreden bahsedecek olsam da uzun bir yazı olmayacak gibi hissediyorum (yazdıktan sonra eklenen not: daha uzun yazdıklarım olmuştu). Zira her bakımdan daha fazla şey yaşasam da hem hepsini yazmak uzun sürecek hem de genelde hayatım sabit bir döngü içerisinde gittiği için çok fazla detaylı bir şey yok. 

Bu noktada esasen keyfi yazdığım için yazının içeriği hakkında bir şey yazmam lüzumsuz olsa da klasik ben işte. Açıklama ihtiyacı hissettim. Yoksa ne bu yazının seri olmasının ne de yazı düzenini baştan paylaşmanın bir önemi var.

Tabi günlüğümsü olan bu yazı dizisinde yazmayalı bayağı olunca en son ne yazdım diye bakmam gerekti. Bayağı şey olmuş dediğim gibi. Her ne kadar çoğunlukla bir döngü olsa da. Değişen şeyler olduğu gibi  değişmeyen şeyler de var. Değişmeyenlerden değişenlere gitmek daha pratik olur gibi geldi.

Öncelikle koronavirüsün adının daha az anıldığı şu döneme dek 4-5 defa test yaptırmama karşın hepsinde negatif çıktım. Eğer belirti göstermeyen bir şekilde olmadıysam korona olmayan ilginç bir azınlıktayım diyebilirim. Bu bir önceki yazıda olduğu gibi aynı. Karantinadaki İzmir'in boş olmasını sevsem de temaslı olmam nedeniyle karantinaya girmek tatsızdı.

 Temaslı olup karantinaya girdikten sonra ALES'e girmek ise garipti. İki kişi koca sınıfta girdik. Önceki ALES'lere nazaran burnum da akmadığı için sınav güzel geçti ve şimdiye en yüksek ALES puanımı aldım. Aslında karantina özelinde başta iki doz olduğum için karantinada değildim ama 5. gün test yaptırmam gerekirken yaptırmadığım için otomatik karantinaya alındım ve sınav sabahı ÖSYM'den gelen mesaj böyle bir sonuç doğurdu. Allah'tan sınav Tınaztepe'deydi de yürüyerek gidebildim. Yoksa tatsız bir gün olacaktı. Sonra test yaptırıp negatif çıkınca karantina bitti tabi.

Hayatımda bir diğer değişmeyen şey ise yüksek lisans. Hala tezi bitirmem gerekiyor dostlar. Normalde yüksek lisans 6 yarıyıl içinde bitmesi gerekirken koronavirüs nedeniyle sevgili enstitüm genel düzenlemeye paralel şekilde toplamda iki yarıyıl hak saklama imkanı verdi. Gayet güzel kullandım ve kullanmaya devam ediyorum. Doğrusu az kalsın geç talep ediyorum diye bu yazıyı yazdığım süre içinde tez savaşları içinde bulacaktım kendimi ama olsundu. Enstitünün kararı işimi kolaylaştırdı diyebilirim. Tabi 4 senede lisans bitirip 4 senede yüksek lisans bitirmek garip olacak ama kendimi düşününce çok da şaşırtmıyor açıkçası.

Bir diğer değişmeyen şey de sevgili mesleğime bakış açım. Fakülteye girmeden önce avukatlık yönünden birçok düşüncem aynı şekilde karşıma çıktı. Bunu daha önce de yazmıştım. Açıkçası bu kadar öngörülü olabileceğimi beklemiyordum. Kendi iş yapma şeklimi bilmemin etkisi de olabilir tabi. Önceki yazıda yazdıklarım geçerliliğini artarak koruyor. Değişenler kısmında diğer etkilerine de değineceğim. Tabi bol bol gezmemi atlamamak gerek. Ne olursa olsun bu meslek sayesinde iyi gezdim. Her şeyi derinlemesine deneyimlemedim tabi ama birçok şey kattı desem yalan olmaz. Gezmek bakımından da hayat bakımından da geçerli aslında bu durum.

Gezmek bakımından ilginç hikayelerim olmadı değil, üç gün bekleyip kumar oynatıldığı için kapatılan yere hacze gitmemden iki günde üç ile gitmeme, haftanın 5 günü şehir dışına/merkez dışına çıkmama kadar birçok anı mevcut. Bazıları aslında önceki yazının konusu ama yoğunluğu vurgulamak için ekliyorum yine de. 

Bir değişmeyen şey de düğünler. Her ne kadar insanlar genelde çağırmasa da ara ara düğün veya nikahlara katılmak gerekebiliyor. Ve artık düğün ve nikahlar geometrik çarpan ile artıyor. 2023'ü bu noktada kestiremiyorum açıkçası. Zaman gösterecek herhalde her şeyi.

Belki değişmeyen başka şeyler de var ama genel olarak önceki yazıdaki düzenimi koruyorum diyebilirim. Değişenler de öyle gece gündüz gibi fark yaratmıyor açıkçası.

Örneğin zevkine açıköğretime girdim tekrardan. Hala açıköğretim dinamiklerini hatırlıyor olmak zevkli. Sınavdan iki gün önce halı sahaya gidip, ertesi gün 6 saat uzaklıktaki yere gidip geldikten sonra sınava girip en düşük notumun 55 olması gayet iyi bence. Bakalım bu sefer işletme okuyorum ama iyi mi yaptım bilmiyorum. Genel matematik dersinin finalinde türev integral soracak olmaları 2015'ten beri matematik görmeyen beni germiyor değil. Uzun vadeli öğrenci kartı ve ücretsiz Microsoft Office kullanma yatırımı olarak yorumlayabiliriz.

Eşyalar ve oda düzeni de hayatımda değişen şeylerden biri. Oda düzeni her ne kadar benden kaynaklı olmasa da yeni eşyalarla birlikte değişiklik içinde sayılıyor. Ama şunu fark ediyorum, bazen konfor noktasında kendime hiç acımıyormuşum. Örneğin masalar, gerek yükseklik gerek genişlik yönünden önemli bir eşyaymış. Ben konforumu hiç önemsemiyormuşum.

Değişmeyen gibi görünse de değişen bir şey de yorulmam aslında. Eskiye göre çok daha fazla yoruluyorum desem yeridir. Belki sadece zihnen çöktüğüm için öyle hissediyorum ama hayatımda hiç bu kadar çöktüğüm bir dönem olmamıştı. Koşmamayı tercih ettiğim o kadar çok an oluyor ki birçok kişi görse şaşırırdı. Ama hayatın her anında koşmanın mümkün olmadığını insan yaşayarak görüyor. Hem mecazen hem de gerçek anlamda geçerli bu durum. Kafamı toparlamak zor geliyor. Bir ay evde hiçbir şey yapmasam yine kendime gelemeyecekmişim gibi hissediyorum. 

Açıkçası dönemsel olarak yüksek tempoya alışkınım ama sürekli bir tempo olması yoruyor. Belki tempo sandığım kadar çok değil ama orada da benim iş yönünden takıntılı olmam söz konusu. Bundan dolayı sanki derdim yokmuş gibi dert alıyorum üstüme diyorum. İşin sorumluluk boyutundan dolayı strese girmem de etkili olsa gerek. En sonunda yine kendimi yorgun hissediyorum. Saatinde uyansam da yataktan kalkamıyorum bir de. Paramparça olan uyku düzenim ayrı. Belki doktora gitsem bir çözümü olacak ama iş dışındaki konularda üşengeçlik de işleri zorlaştırıyor.

Bahsi geçmişken, üşengeçlik de bir başka değişen şey aslında. Dediğim gibi iş dışındaki konularda (işin sorumluluğu gereği iş konuları hariç) üşengeçlik var hayatımda. Akşam eve gelince hiçbir şey yapmak istemiyorum. Evde yataktan kalkıp yemek yemek bile zor gelebiliyor (yiyorum ama bir ömür geçebiliyor). Biraz da bundan ne tezi yazabiliyorum ne de bu yazıları. Tez konusunda daha iyi konumdayım o ayrı tabi. Bir de iş sebebiyle sürekli yazınca eve gidip tekrar bir şey yazmak istemiyorum haklı olarak.

 Dediğim gibi birçok şey vardır belki ama şimdilik bunlar geliyor aklıma. Yazı planı yapıp yazmıyorum sonuçta, artık yazarken aklıma ne gelirse. İşler olumsuz gibi dursa da dünyanın sonu değil. Belki her şey gözümde fazla büyüyor. İleriye dönük birçok konuda birçok soru gelince akla ister istemez böyle bir durum çıkıyor.

Yine gelelim kendime. Değişmeyen bir şey de burada aslında. Her seferinde kendime daha fazla kızacak şey buluyorum. Kendimi daha fazla sevmediğimi gibi hissediyorum. Bazen sorunun çözümünü bilsem de benden kaynaklı olan veya olmayan nedenlerle çözüme varamayınca bu hissiyat daha da derinleşiyor.

Öte yandan hayat enerjimin, sevincimin gittiği bir dönemde olduğumu söylemek mümkün. Eskiden zevkle yaptığım bazı şeyleri yapmaya çalışmak artık yapmacık durabiliyor. Birçok şey şaşırtmıyor. İnsanların yaşanan bazı olaylara neden şaşırdığını anlamıyorum. İlk kez yaşanıyormuş gibi tepki verilmesi garip geliyor. Kanıksamaktan ziyade insan enerjisini bu tarz olaylara harcamak istemiyor. Hayatın kendisi zaten sinir bozucu, spesifik olaylar daha can sıkıcı olabiliyor.

Sanırım ruhen yaşlandım dostlar. Ve yine sanırım zoomer kategorisinde ruh halim. Esasen ruhen bir çocuk ve ihtiyarla birlikte yaşıyorum. İhtiyar, emekli olmaya dünden razı. Gittiği tatil beldelerinden hangisi daha iyi diye bakıyor. Çocuk ise kendince takılıyor. O çocuk sayesinde hala beklentilerim olabiliyor ve bazı şeylere şaşırabiliyorum. Dünya Kupası finalini heyecanla izleyeceğimi düşünmüyordum mesela (o da ne finaldi be!). Ama bayağı zamandır o ihtiyar baskın. Aslında Volkan Konak'ın "Çekilmez bir adam oldum yine, uykusuz, aksi, nalet" dediği yere çok da uzak değilim diyebilirim. Yukarıda örneklemiştim zaten bunu.

Bir de gerçekleşmeye yakın beklentilerden bahsetmiştim önceki yazımda. Beklentiler değişse de beklentilerin yarattığı etkiler değişmiyor gibi. O yazıdan beri değişen birçok beklentim değişti. Kimisi anlamını yitirdi, kimisi daha değer kazandı. Öte yandan gerçekleşmeye yakın beklentiler ümit ve güç veriyor. Güzel hayaller kurduruyor. Ama daha o hayaller gerçekleşmediği için insan o hayalin içinde kaybolabiliyor. Bu olursa da gerçeği ve yapması gerekeni unutuyor. Farkında olmadan bekliyor hatta duruyor. Sonrasında bir şekilde kendine gelip her şeyin sarpa sardığını fark ettiğinde bayağı kızıyor kendine. Büyük ölçüde nafile olmakla birlikte.

Gerçeği unutup yapması gerekeni zamanında yapmadığı için kaybettiklerini, kaybetmeye yakın olduklarını görmek çok can sıkıyor. Olmuşu zaten değiştirmek mümkün değil, olanı geriye döndürmeye çalışmak da çoğunlukla mümkün olmadığını yaşayarak görüyor insan. Her işte bir hayır olacağını bilse bile kalbi kırılıyor. Hele ki bu durum tekrar tekrar yaşanıyorsa. Aslında sorun kaybetmek değil, bekleyerek veya bir şey yapmayarak kaybetmek. Olabilecek şeyin kendi elinle isteyerek veya istemeyerek kaybedilmesine neden olmak. En azından yaptım olmadı demek varken, hiçbir şey yapmadan olamayışını izlemek. İnsanın kendine kızıp ve kendini affetmemesi için güzel bir sebep oluyor.

Bu noktada geçen hayatın beni yorduğunu hissediyorum. Yukarıda soyut anlattığıma bakmayın. Kendi açımdan dünyanın en büyük dertleri değil aslında bahsettiklerim. Hatta basit şeyler olduğunu ve bundan dolayı kendi içimde verdiğim tepkilerin abartılı olduğunu da düşünüyorum. Ama gerçekleşebilecek bir şeyin kendi hatalarımdan dolayı olmadığını görmek, bundan dolayı hayal kırıklığı yaşamak kalp kırıcı. Bir de nihayete erememesi durumu var. Bu yüzden insan aynı olumsuzluk döngüsü içinde kalıyor. Sürekli o olmayacak döngüsü içinde kalmak da yoruyor. Toplama imkanı da olmuyor bu durumda insanın. Çünkü tabiri caizse iyileşme için durması gereken kanama durmuyor.

Sonuç olarak dediğim gibi kendime kızdığım, kendimde sevmediğim canımı sıkan birçok şey var. Hayat devam ediyor, sonsuza kadar böyle gidecek değil ama bunun için nihayete ermesi gereken şeyler var. Nihayete erince hayatın bana bir şekilde beni geri vereceğini düşünüyorum. Ama eremediğini görmek yoruyor. Daha önceki seferlerden biliyorum, nihayete erdiğinde eskisi gibi olmayacak ama en azından o sevimsiz döngü bitecek. Bakalım bu noktada hayat bana beni geri verecek mi?

İç karartan son kısımdan sonra bitireyim artık şu yazıyı. Dediğim gibi hayat bir şekilde devam ediyor. Herkes kendi hikayesinin oyuncusu ve birçoğumuz için yaşanacak birçok şey var. Her şeyi zaman gösterecek. Umarım herkes için güzel ve hayırlısı olan sorunsuz şekilde olur.

Son olarak şarkı koymayı seviyorum yazılarıma, bunu da es geçmeyeceğim tabi. Yukarıda biraz ipucu vermiş olabilirim tabi şarkıyla ilgili. Bakalım hayat bize neler göstermeye devam edecek? Önümüzdeki sene yazabilecek miyim, yazarsam ne zaman yazarım bilmiyorum ama o zamana dek görüşmek üzere, esenlikler diliyorum efenim.


Müslüm Gürses - Nilüfer
https://www.youtube.com/watch?v=-8qifzv_F4Q