2 Ekim 2015 Cuma

Ve Sonunda Okul Başlar (Son Bölüm - 12. Sınıf ve Mezuniyet)



Not: En altta şarkı önerilerim var dinlerken hüzünlendirebilir dikkat edin bence(Bence yazı bittikten sonra dinleyin). Benimkisi sadece tavsiye. 

Not 2: Sanırsam en uzunu bu oldu yazıların. Her zamanki gibi bu yazı da bayağı uzun.

Ne kadar çabuk geçti değil mi olanlar? Demiştim ama 4 yıl 4 gün gibi olacak diye. Neyse konuya dönelim. En sonunda geldim finale. Son sene. Geçen sene yılın başında Vedalar Olurken adlı yazımda da yazdığım gibi. Eğer bir yerden ayrılacaksam orada çok fazla değişim olur. Sanki defol git der gibi. Ya da bunlar benim gözüme batıyor. Bilmiyorum. 

12. sınıfa kayıpla başladık desem yeridir herhalde. Sınıftan ayrılan sevgili bir arkadaşımız var(Okursa söylüyorum andacı hala bende ilk fırsatta alsın). Ama sene içindeki tek ayrılık, tek veda bu değildi. Buna birazdan genişçe değineceğim. 

Yine(evet yine) yazdan başlıyorum. O yaz Ramazan'da ders çalışma girişiminde bulundum ama sahura kadar bunu yapmanın benim için faydalı olmayacağını anlayınca bıraktım. Gece gece uykum kaymış. Ders çalışmak mı? Hiç değilse ben beceremiyorum. O yüzden ders görme bakımından gene dershane yardımcı. Bu sefer beklenmedik değil de daha beklendik ve odaklanmış şekilde oldu tabi. Neyse, açık söyleyeyim konuşmam gerekirse hiçbir zaman kafasını derse gömen biri olmadım. Dershaneye başladığım ilk dönemde de ders çalışmadım. Ağustos'un ortasında başlayan dershane hızlandırma falan derken yavaş yavaş o sınav moduna giriyorduk. Ama yavaştı. Ne zaman hızlandığı her zaman olduğu gibi yazının ilerleyen kısmında. Deneme sınavlarına başladık sonra tabi. Kötü denilebilecek puanlarla başladım desem yeridir ama normal bir durum. 

Sonra da okul açıldı. Okulun ilk gününü hatırladıkça şaşırıyorum. Bütün sınıf çalışmak için kitap getirmiş. Ben getirmemiştim. İlk günden de olmaz demiştim. Sonar biraz sürü psikolojisi biraz da derste canım sıkıldığı için ben de kitap getirmeye başlamıştım. Ama soru dergileri kişisel tercihimdi. Soru bankası kelimesi bile psikolojimi bozuyor. Ben hiçbir zaman kitap bitiremedim. Hep bir kısmı boş kaldı. Bütün herkes tüm gazıyla ders çalışmaya başladı. Edebiyat fasikülünü hatmetmeler mi dersiniz, problemlerde ustalaşmak mı hepsi var. Bu arada direkt böleceğim ama bu biraz da sınav rehberi gibi olacak galiba. İstemeden yazılmış olarak.

Bu arada yeni konulara alışmak, okul sınavlarını vermek de ayrı bir olaydı. Bazı sınavlar çok zevkli geçiyordu(Niye acaba?). Ama bazıları için aynı şeyi söyleyemeyeceğim maalesef. Onda doğal olarak zorluyorlardı. Coğrafya sınavlarında eskiye döndük. 10. sınıfta hatırlıyorum. 10 boşluk 5 puan gibi sorular vardı. Bütün sınav yaz, yaz, yaz anca yetişiyordu. Buna benzer dil anlatım sınavım da vardı. Onda klasikler ve 25 soru vardı. İkisi bir arada olunca sıkıntı. 

12. Sınıf olsam da etkinlikler durmuyordu tabi. 11. sınıftaki MBMTR ertelendi. 12. Sınıfın başında gittim. E tam ders çalışmaya başlarken etkinlik girince sonrasında ders çalışmak çok zor geldi. MBMTR ama kesinlikle güzeldi. Yine olsa yine yapardım. Geçen muhabbetler. Yeni insanlar. Bir de kapanışta konuşmuşum(konuşma facia olsa da, susturulmak kötüydü). Oradaki en komik olay boğaz turunda ceketime takılan tokaydı. Hala duruyor bende. Neyse delege olarak katıldığım son MBMTR olarak. Delege olarak diyorum çünkü daha sonra 2 kez kabinede çalışarak bu etkinlikte bulunacaktım. İlk başta okul içinde yaptık. Son gün kalan sandviçleri cebime doldurmuştum. Başka bir deyişle eve ekmek götürmüştüm. Gerçekten. Ama bana soracak olursanız delege olarak kalmak daha zevkli. Yoksa benim gibi Word'de 35 sayfa yazı yazmak zorunda kalabiliyorsunuz. Ne yazmıştım. Öyle  ki ben o yazıda kullandığım bazı işaretleri nasıl yaptığımı şu an hatırlamıyorum. Bir de plakalar var tabi ki. Önünüzde taslak olunca işleriniz kolaylaşıyor. Bu arada yazmayı unuttum. 11. sınıfta ara verdiğim düşmelerin finalini MBMTR'de yapma zevkine eriştim. Hala nasıl düştüğümü hatırlamıyorum. Toplulukta hiiiii diye tepki veren de oldu arkasını dönüp kıs kıs gülen de. Ben yine umursamadım. Düşmek benim kaderim galiba. Bu son düşüş olacaktı. Okuldaki etkinlikten sonra ilçe genelinde yaptık ama o buna göre bayağı bir ileri bir tarihte.

İlk paragrafta değişim dedim değil mi? Değişim müdürden başladı bir kere. Müdür değişti. Belli şeyler de değişti tabi. Ama bizi temelde etkileyen çok şey yok. Hala boş ders oldu mu mekan belli. Ya etüt odası, ya da masa tenisi. Neyse gereksiz geyik kısmını bir kenara bırakarak asıl değişimi anlatayım. Ben geçen seneye Yaprak Dökümü demeyi seviyorum. Nedeni ise basit. Birçok kişi gitti. Geçen sene taban puanı mevzusunun kalkması sonucu birçok kişi okuldan ayrıldı. Yeni gelenler de oldu. Kimileri iyi, kimileri gereksiz(ve bundan doğacak gereksiz mevzular olacaktı). Belli bir grup zaten öyle ya da böyle geri döndü onlardan. Ama ayrılanlar üzdü bizi. Ne bileyim bazen gitmemişler gibi hissediyordum. Bazen bunu vefat etmiş ünlüler içn de hissediyorum. Öldüklerini unutuyorum. Burada da gittiklerini. Aslında değişim -bence- 11. sınıftaki Ankara-Eskişehir gezisiyle başladı. Ne bileyim o gezi sonrası bazı şeyleri daha farklı hissetmeye başladım. Bunda biraz gelişen olayların etkisi de yok değil. Puanların değişimi bunu katbekat katladı. 

Kronolojik sıralamayı hatırlamıyorum ama sanırsam bu dönemden sonra akılda kalıcı ilk yaptığım şey üniversite sınav kaydıydı. Klasik konferans salonu görevi sonrası koşa koşa gittim ve kayıt yaptırdım. O fotoğrafın şu an öğrenci kartımda olduğu gerçeği üzmüyor değil. Ama değiştirmeye de üşeniyorum. Kim gidecek Tınaztepe'ye. Ve asıl "Lan biz sınava giriyoruz." hissi burada doğdu. Burada bir kere daha hocalarımız yanılmadı. Lise hayatımda bu tip şeylerde hiç yanılmadılar zaten. Konuya dönersek, harbiden sınava giriyorduk.

Andaçlar var tabi. Burada böyle düzgün kafayla uzun uzun yazabiliyorum ama andaç yazma konusunda beceri-nitelik-yetenek bol delikli bir sıfır. Bu kadar kötü olamazdı. Ki bana yazılan çok güzel yazılar vardı. Kimisi beni doğru analiz etmiş, kimisi de beni güldürmüştü. Orada yazamamam dışındaki tek sıkıntı karakter sınırıydı. Benim ne kadar yazdığımı görebiliyorsunuz değil mi? Sizce ben 10.000 karakterde ne yapabilirdim. Biraz da bu yazamamamı sağladı. Sonra 13.000 oldu da o da işe yaramadı. Hele ki size yazılanların karakter sınırını aşması felaket. Neyi nereden keseceğini şaşırıyor insan.

Yılbaşı çekilişinde benim için ilk olmuştu o sene. İlk defa bir erkeğe hediye alacaktım. Hakkımı tesbih almaktan kullandım. En ilginç yılbaşı çekilişi de bu olmuştu benim için. Bir daha yapar mıyım bilmem ama bana sonmuş hissini yarattı. Belki de mezun olacağım için.

Okul içi konser olayını unutmadan yazayım. 1. dönemin sonuna doğru böyle bir fikir atıldı. Yapıldı da orada reji ve solist oldum. Şarkım değişti arada(Mor ve Ötesi-Deli'den Yükset Sadakat-Belki Üstümüzden Bir Kuş Geçer'e geçtim). Ama bu değişim iyi oldu. Çünkü 2 sene aradan sonra gene harika bir performans ortaya koyacaktım. Tabi seyirci ve şarkıyı çalan arkadaşlar sayesinde tabi. O gün bunu 3 kere tekrarlamak en büyük sıkıntı oldu. Yoruyor.

İlk dönemde içinde olmamama karşın takip ettiğim etkinlik Nasuh Mahruki'nin okula gelişiydi. Adamın okula gelmesi bile altın harflerle yazılması gereken bir şey. Okul başkanı ve yardımcıları iyi şi çıkardı. 12. sınıftaki okul başkanlığı seçimleri de efsaneydi. Gördüğüm en sağlam propoganda ile tarihi fark atıldı. Neredeyse 500 oy fark vardı iki aday arasında. Ama başkan da bu oyların hakkını verdi. 12 yıllık öğrencilik hayatımın en iyi okul başkanı oldu. 
Doğru adama oy verdim dedim tabi. Normalde oy verdiğim adam kazanmaz ama bu sefer garanti olduğunu bildiğim için verdim. En başarılı oy da bu galiba. 

Konferans salonunda görev almanın en güzel yanı normalde götürülmediğimiz konferanslara görevl isıfatıyla giriyordum. Bu şekilde Aiesec tanıtımı(11. sınıf) ve geçen sene yazar ile söyleşiye katılmıştım. Meslek tanıtım ve üniversite tanıtımlarını anlatmıştım. 11. sınıf yazımda 12. sınıfta salonun kadrolu elemanı-aranan adamı(kendimi çok övdüm kabul ediyorum) olduğumu anlatmıştım. Akne tedavisi gören ben için atlanan etkinlikler üzücüydü. Konferans Salonu demişken, orası eskiden spor odasıydı. Yeri turuncu, ara ara çatlamış falan öyle garip bir yerdi. Ne bileyim ilginç gelmişti bana.

Sonunda ilk dönem bitti(ilk kez Onur Belgesi almıştım o dönem) ve ikinci hızlandırma başladı. Onlara girdik falan derken dershanede verilen kitap beni gaza getirdi. Çözmem gereken alanın neredeyse tamamını çözdüm. Geometri yine boştu. Doğrusu o hep boştu. Dershane demişken, çapraz dersler de aldım. Fen Bilimleri hobi olarak öğrenilebilir ama ana bir amaç için öğrenmek zor iş. Sayısal olsam halim ne olurdu kestiremiyorum bu yüzden. Sömestr'dan sonra sınava 1 ay kalmış olacaktı. Bu arada son dönem efsane sınav stratejileri dönüyor. Yok efendim, deneme sınavlarını kurşun kalemle çözün vakit kazanın, yok şöyle yok böyle. Açık konuşacağım, sınavı böyle saplantı haline getirmeyin. Kaybeden kesinlikle siz olursunuz. Ben yeri geldi denemde 3 kalem kullandım(2'si uçluydu) ama bunun bana etkisi olmadı. Dediğim gibi saplantı haline gelince kötü sonuçlar doğabilir. Ne çok umursayın ne de umursamamazlık yapın. "DENGE". Bu sizin anahtar sözcüğünüz olsun. Bu ders çalışırken de geçerli. 

Son 1 ay sınava gerçekten çalıştım. Elimdeki soruların çoğunu çözdüm(Oradaki konuların çoğu çıkmayacak olsa bile). Ek denemelere de girdim. Bir ara puanlar uçtu ama YGS sonrası puanlar yılın başındaki gibiydi. Evet YGS'ye grmiştik(Öyle miydi acaba?). Yerlerin açıklandığı günü hatırlıyorum. Millet evinin iki adım ötesine çıkıyordu ben Karataş'a gidecektim. Erken gidip sabah yürüyüşü yapma planım vardı, yaptım da. Yalnız hava biraz soğuktu, Üşümedim değil. Sınav anlarını 2016 YGS sonrası anlatacağım. Şimdi anlatırsam köstek olmuş olacağım. Bu arada sınava girmeyi planlıyorum arkadaşlar. Maksat sınavdan hıncımı almak ve yemediğim ÖSYM şekerlerini yemek. Gerçekten, ne YGS'de ne de LYS'de yemedim. Tamam pek bir önemi yok ama merak işte. Sınav sonrasında ÖSYM'nin YGS fantezisi gereği sonuçları hızlı açıkladı. Soruları açıklayacağın ana senin ben ÖSYM. O andan sonra bizde o gün kalan sınav iptal edilmek zorunda kalındı. Millet bağırıyor sonuç açıklandı  diye. Yav, tamam bakacağız değil mi? Bunu yaptıkları için boş yere sinirlendim. Ben o yüzden sonucuma bakmadım. Zaten ilk bakan Coğrafya öğretmenim, sonra sınıf, sonra da ben oldum. Yırtmıştım sınavdan. Ama sevinemiyorsunuz bunu söyleyeyim. Çevrenize bakıp da sevinemiyorsunuz. Ben şahsen ağlamamak için zor tuttum kendimi. Karşımda biri ağlarsa kötü oluyorum. Neyse gereksiz sınav sonrası psikolojisi. YGS öyle sinir bir sınav ki ne kadar iyi bilirseniz bilin, eğer pratikliğinizi kullanamazsanız olmuyor. Bu daha sonrasını da etkiliyor. İnsan bir morali bozuluyor ama asıl olay LYS'de. Sıralamalar çok güzel değişebiliyor. Tabi bu sizin elinizde. Bu sınav rehberinden sonra hikayeye geri dönelim.

Sınav sonrası çalışamadım. O şevk gelmedi. Bunun iyi-kötü geçmesiyle bağdaştıramıyorum. İçimden gelmiyordu. Zaten LYS bilgilerimin bir kısmını unutmuşum(O yüzden ikisini bir yürütmek önemli). İyice soğudum. Bir de ilçedeki MBMTR olunca bayağı bir uzaklaştım hatta konu da kaçırdım. İntegral ile sonra çok derin hesaplaşacaktım. Türevi zaten zar zor yaparken İntegrali kaçırmak mükemmel(!) olmuştu. İlçedki MBMTR'den önceki gün okulun 10. yılında solist olmak da işlerim arasındaydı. Şarkıyı kötü söyledim. Çünkü şarkı düzenlensin denilirken ağırlaştırılmıştı. Mirkelam tizden söylenir. Ben pesten söyledim. Sonuç ben bile sıkıldım şarkıda. Ama sorgulamıyorum bana verileni yaptım ben. Bu arada şarkı Mirkelam-Tavla. Öte yandan zaten Allah'ın Tınaztepe'sinde sahnede karşınızda bir ışık var -ki far görmüş tavşan etkisi yaratıyor- bitiriyor sizi. Bu arada solist olmam arkadaki görevlerimi de değiştirmemişti. 

Bu seneye Yaprak Dökümü dediğimi söylemiştim. Buna taban puanları dışında bir şey daha etki etmişti. Açık öğretime geçişler. Bir anda olay yayıldı ve birçok kişi açık öğretime gitti. Bir değişim de burada oldu. İnsanın inanası gelmiyor. Kısa süre sonra bizim de izin almamız bu bolşuğun büyümesini engelledi.

O gün MBMTR'deki işlerin de birikmesi etkinlik sonrası 12'de gelen ben için sabah 5'te uyanıp iki video düzenlemem demekti. Biraz geç kaldım ama oldu. İşin kötü yanı videolardan biri yayınlanmadı. Güzel yanı iyi ki yayınlanmadı çünkü o video yayınlansaydı misafir öğretmenden daha az şey anlatacaktı(rezil olmaktan yırttım). Ama yayınlanan video zevkliydi. Etkinlik de güzeldi. Çok eğlendim. İkinci günün sabahı önergeleri düzeltmek uzun sürdü. Ama iki gün de eve yine kutuyla döndüm. Hele ikinci gün efsaneydi. Ama bu sefer diğer arkadaşların yaptığı efsane vurgun, benim eve götürdüklerimin yanında bir dağ gibiydi. Ama etkinlik resmen bittikten sonra dönerken çöp toplayanların "O, kardeşim iyi akşamlar" deyip yanına çağırması komikti. O kolinin bir fotoğrafı Twitter'da var. Şahsen buraya fotoğraf eklemeye üşendim. Neyse kapanış demişken. Okul içindeki etkinlikte  de susturulduktan sonra bu etkinlikteki konuşmam efsaneydi. Hayatımın en iyi konuşmasıydı. Ve bundan sonra nasıl konuşma yapmam gerektiğini anladım. Ne söyleyeceğimi direkt yazmamam lazım. Konu başlıklarını belirleyip oradan yürürsem daha iyi oluyor. O konuşmanın video kaydı olmaması üzücü ama aklımda kalanları bir metin belgesine yazdım. Şayet MBMTR ile ilgili yazarsam onu da içine ekleyeceğim. Orada İStanbul'dan gelen gözetmenlere susturulma konusunda göndermemi de yaptım. İçim rahatladı. Ve bir devir benim için böyle kapandı.

10. yıl demişken "Okulun En Hiperaktifi" anket ile açık ara farkla kazandım. Ödülün bana geleceği herkes tarafından öngörülen bir şeydi. O okulda koşarak katettiğim mesafeyi hayatının büyük bir kısmında koşmayanlar da var. Ama şu da var. Ben sadece okulda böyleydim. Benim ev hayatımı kimse bilmiyor. İşte bu yüzden bile birçok kişi beni tanımıyor diyorum. Bu bir yana harbiden ev ve okul hayatım çok ama çok farklı oldu. Hala da öyle. 

10. yıl, MBMTR derken o dönem bir etkinlikler silsilesi oluştu. Ben o arada ders çalışamadım. Ki ben 5 Mayıs'ta iznimi kullanmaya başladım(1 haftam da içeride kaldı devamsızlık hakkı olarak). Müdür Yardımcısına devamsızlık sormak için gittiğimde dalga geçecekti benle çünkü her türlü yetiyordu. İznimi aldıktan sonra iki etkinliğe daha katıldım. Biri Mezuniyet, diğeri de Şirinyer Anadolu'daki bahar şenliği. Orada halat çekmeyi kazandık. Hiç beklemiyordum. Kısa sürse de eğlenceliydi.  Eziyet verici mezuniyet provasından sonra(ki o tarih benim 9. Sınıfta düştüğüm tarihin 3. yıldönümüydü) mezuniyeti yaptık. Güzeldi. Ama finalde Levent Yüksel-Bu Gece Son çalarkenki an bir kötü oldum(Ama şarkıya da hayran kaldım). Bakın, ben normalde küfür etmem ama durum sinirimi bozdu küfür ettim. O günün trajik iki olayı vardı. İlki Tınaztepe(Evet nefret etmeme rağmen 3. kez gidiyordum oraya)'de salona gidince bana daha kimseyi selamlamadan "Muhammed, yardımına ihtiyacımız var" denilip görev verilmesi. İkincisi etkinlik sonunda  Kep ve cübbelerini toplanmasına kalmam. Ona isteyerek kalmadım ya. Oraya girdim ve çıkamadım. Ama işim yoktu. Sıkıntı da olmadı. O gece ile ilgili hatırladığım en ilginç şey o gece eve gitmek istemememdi. Benim gibi evine aşık bir adam için ilginç bir durumdu. Bunu ilk kez yaşadım. Başka yaşadığım da an yok.

Mezuniyet sonrası sınava abandım. İntegrali anlamak için verdiğim çabayı unutamıyorum. Gene sınavda pek yapamadım ama gösterdiğim çaba mükemmeldi. En azından çaba motive etti beni. Sonrasında LYS'ye girdim. Sözel sınavı çok zevkliydi. Vurdumduymaz şekilde sınava girmek mükemmel. Tavsiye ediyorum. Bunlar hep moral takviyesi. Ertesi gün Matematik-Geometri öptü ama unutmak için sözel sınavını düşünmek güzeldi. Sonra büyük finale yani benim için son sınav olan Edebiyat-Coğrafya'ya girdim. Kazık bir sınav beklerken, beklediğimden kolay olması çok güzeldi. Sonra sonuçlar açıklandı. Ve mükemmeldi. Ama Sözel'de puan ve sıralamamın Eşit Ağırlıktan yüksek olması mükemmeldi. O netlere rağmen. 

Arada karne günü ve Mezuniyet Balo'sunu atladım. Mezuniyet Balosu'na katılmadım. Ama az kişiyle daha da eğlenceli olmuş olduğuna eminim. Ben her zaman işlerin az kişiyle yapılmasını sevmişimdir. En azından insan ne yaptığını anlıyor. Karne günü ise en büyük hayalim Üstün Başarı Belgesi'ni aldım. Son belge eksiğim de buydu. Aslında 11'de almam lazımdı ama kimseye vermediler.

Neyse sınavdan zor olan şey benim için tercihlerdi. Ben hayatım boyunca böyle bir şey ile karşılaşmadım. Normalde insanların beni rahat bırakmasına alışkınım. Yoğum ilgiden nefret ederim. O döneme kadar Psikoloji isteyen ben, tercihlerimin arasına hukuk sıkıştırdım. Ve yine yanılmadım(o kadar hesaplama yaptım, bırakın da yanılmayayım) kendimi Dokuz Eylül'de buldum. İzmir'de olduğum için kafam rahattı. Hatta Tınaztepe'den de uzaktım. Ama Fakültenin Tınaztepe'ye taşınma durumu var. Sanki Allah cezamı verdi de ben bu Tınaztepe'de mahsur kaldım. Sevmiyorum diyorum, yolu eziyet diyorum ama yine yolum oraya düşüyor. Ama şu anki yerinde kapasite sıkıntıların yaşanması fakültenin taşınması gerektiğini gösteriyor. Bunlar da önümde gelişecek şeyler işte. Bunlar da kısmetse 4 sene sonra üniversite anılarımı yazmaya kalkışırsam anlatacağım şeyler. Ve benim için yazın diploma ve andacımı almamla lise - 4 yıllık büyük macera - sona ermişti. 

Yazı serisine son vermeden önce bu kadar çok şey yazmama karşın yaşadığım her şeyi yazmadığımı tekrarlamam lazım. Anlatılabilecek şeyler var, anlatılamayacak olaylar var. Ama arada anlatmayı unuttuğum şeyler de var. Ki bunlar hiç bitmeyecek. Biri kesinlikle ani hareketlerim. Bu yüzden Almanca'da 21 sayısını unutmamıştık. Sonra uçan ayakkabı olayı olmuştu tabi. Daha bunun gibi çok olay var  ve bunları yazıyı yazdıktan yıllar sonra bile yenilerini hatırlayacağım. Hala da aklıma gelmeye devam ediyor. Misal,10. Sınıf Muhammed Wars(benim adımı alan oyun benim bir vurma hareketimden oluştu). Minik bir sakatlanma olana kadar her şey güzeldi. Bir diğeri 9. Sınıfta sınıfa erken gelip meditasyonumsu bir şekilde kafamı dinlemem. Öğretmen sandalyesini duvara yaslarım, kapardım gözlerimi falan dinlenirdim. Güzeldi. Onun dışında erken gelip ilham patlaması yaşadığım anlar da oldu. Sonra ender de olsa arkadaşlarımla bir yerlere gitmem var. Feriştah olayı var bir kere(anlatılmaz yaşanır). En sonuncusu da 12. Sınıfta Amerikan Futbolu oynama denemesi. Gene adam sakatlanana kadar sıkıntı yoktu. Sonra yasaklandı tabi.  Bir de(Son desem de yine olay ekleniyor tabi) benim de sakatlanmanın eşiğine geldiğim şeyler var. İkisinin de ortak yanı kafama top yemem. Birinde bir süre kendimi tüm gücümle kullanamadım(10. sınıfta basket topunu ölümüne sert bir şekilde yedim), diğerinde ise bayılmanın eşiğinden döndüm(12. sınıfta kafama voleybol smacı yedim, bir an gözler karardı).

Uzattıkça uzatıyorum ama bugün(1 Ekim 2015) okula bir gittim ne var ne yok diye. Ve yine belli şeyler değişime uğramış. Çalışanlar, okulun yapısı, okulun idari yapısı. Ama değişmeyen şeylerin olması güzel olmuş. Hem zaten hatıralar var bir köşede. İsterse okulu kapatsınlar, bu anılar silinmeyecek. Neyse okulda kaldığım 4 saatte boş gezinmem bile beni eğlendirdi. Hatta derslere girmek bile. Özlemişim gerçekten. Doğrusu özlemek konusunda hiçbir zaman sıkıntım olmadı. Karşıyaka'dan taşınalı kaç sene oldu, sorsanız hala özlüyorum ama ikisinin yeri bende farklı tabi. Her ikisi de benim hayatımda önemli yerler tutuyor. Bırakın da özleyeyim. Bence hakkım var buna. Ama konumuza dönecek olursam bazen okul bensiz nasıl dönüyor diye düşünmüyor değilim. Oraya düzenli olarak gitmemek bile garip.

Sonuç olarak benim için 4 sene böyleydi. Dediğim gibi bu 4-5 yazıyla sınırlı değil. Yaşanmışlıklar, deneyimler, kazanımlar(amfileri kullanmayı öğrenmem gibi) derken gerçekten çok fazla şey öğrenip çıktım. Bu okula girdiğimdeki halim ile çıktığımdaki halim bir değil kesinlikle. Muhakkak ki herkes yaşadı bunu. Ben sadece yazdım. Bu yazıları yazarken güldüğüm anlar da oldu talihime küstüğüm anlar da. Ama önceki paragraftaki gibi özlem temel histi benim için burada. Yazılarımın okunduğuna pek inanasım gelmiyor olsa da(çünkü ben sizin yerinizde olsam okumaya üşenirim) hatta kaç kere gerek parantezlerle gerek direkt konu dışına çıkıp anlatımı dağıtsam da okuduysanız gerçekten teşekkür ederim. İlk başta dediğim gibi bu yazıyı yazarken üzüldüğüm tek şey okuması gerekenlerin okuyamayacak olması. Neyse bir süre yazı yazmaya niyetim yok. Bu seri yordu beni. Şu an(1 Ekim 2015 23:32) 2,5 saattir yazıyorum. Ellerim koptu. Sırtım falan mükemmel kütlüyor. Anlayın bunları yazarken neler çektiğimi. Ama pişman mıyım diye sorarsam kendime hayır. Bu benim minnet borcumu kendi çapımda kapatmak için önemliydi. Alttaki şarkıları okurken dinleyin tavsiyem ama hüzünlendirebilir dikkat edelim(Bence yazı bitince dinleyin). Her zaman kendinize iyi bakmanız ve beni de iyi hatırlamanız dileğiyle hoşça kalın.


Şarkı tavsiyesi: 
Mirkelam - Hatıralar 
http://www.youtube.com/watch?v=3sJmX0iH9U0
     
Levent Yüksel - Bu Gece Son 
http://www.youtube.com/watch?v=RGeS3QjUmAo

1 Ekim 2015 Perşembe

Ve Sonunda Okul Başlar (Bölüm 3 - 11. Sınıf)


Yazıya girmeden önce şunu söylemem gerek. Her yeni sınıfa girince daha rahat yazmaya başlıyorum. Bu durum o yılki kafamla da paralel gitmesi benim için ilginç geliyor. Herhalde kafa olarak bir an geçmişe gidiyorum. Neyse asıl hikayeye geçelim.
Ve 11. sınıfa geçiş. Önceki yazımda da dediğim gibi gene yaz tatilinden gireceğim. Nedeni ise 10. sınıfta beklenmedik şekilde gelişen olaylar sonucu 11. sınıfta dershaneye gitmemdir. O yüzden yazdan başlıyorum. Dershaneye pek giden biri değildim. Öncesinde sadece 8'de gitmiştim. Neyse iyi kötü bir başlangıç yaptık orada. Sınıfın yeri değişti, sınavlara girdik. Yeni yeni oyunlar öğrendik(Vampir Köylü). Neyse buraya daha sonra yeniden değineceğim.
O sene hakkında bana ne hatırlıyorsunuz derseniz kesinlikle ilk söyleyeceğim şey etkinlikler. O kadar çoklardı ki. Öyle ki sürekli sınıfın yarısı dışarıda oluyordu ve biz ders işleyemiyorduk. O sene dershane gerçekten işime yaramıştı. Neyse ilk etkinlik 10 Kasım'dı. şarkı söylemek için girip figüran olarak çıktım. Hatta orada vileda sopalarını mızrak niyetine kullandık. Sonra okul sopaları istemedi, ben de eve getirdim. 4 sopanın ikisini şu an annem vileda sopası olarak kullanıyor. Ve sanırsam önümüzdeki 20 yılın(tamam biraz abartıyorum) vileda sopası masrafından kurtardım evi. Bir de onları siyah yapmak için elektrik bandıyla sarrmıştım. Hoş duruyorlar ama.
10 Kasım ilçe töreninin görüntülerinin bir sene sorna elimize ulaşması(bazı diğer şeyler gibi) bizi pek de şaşırtmamıştı. Bir de ağaç mevzusu vardı değil mi? O tamamen farklı bir durum.
Etkinlikler biter mi, hayır. Kesinlikle etkinlik bazında okulun en aktif sınıfında bulunuyordum. Şiir dinletisi, tiyatro(ki bu ikisi benim yıl içinde katılmadığım iki etkinlik) törenler derken bayağı bir kişi katılıyordu. Tören demişken o seneki 24 Kasım töreni çok iyiydi. Yağ çekmek için söylemiyorum ama(zaten mezun olmuşum neye yağ çekeceğim) gerçekten hocaların performansları iyiydi. Hatta o törenden sonra Mirkelam - Hatıralar'ı öğrenmiştim. Bu yazıyı yazarken veya okumak için güzel şarkı aslında ama o kadar depresyona bağlamanın anlamı yok bence.
Okulda en çok görev aldığım şey kesinlikle tören sonrası eşyaların taşınmasıydı. O seneye kadar. O sene spor odası(ah spor odası ne jimnastik hareketlerini yaptık orada) konferans salonuna dönüştürüldü. Bunun üzerine okul bol bol konferans vermeye başladı. Amfiler falan derken ikinci dönem Kızılay sunumunda bir kez bana emanet edildi. Şaşırdım. Sorun şuydu aslında, ben o zamana kadar sadece eşyaları taşımıştım. Sadece gördüğüm kadar bilgim vardı. İlk başta bayağı güzel sorunlarla uğraştım ama sonrasında her şey çocuk oyuncağına dönüştü. Oranın 1 numaralı ve tek kadrolu elemanı olmak da hoşuma gidiyordu ama her zaman yeni öğrenilecek şeyler oluyor. Bunu 12. sınıfta belli olaylar sonunda öğrenmiştim. Kadrolu eleman olayını espri olsun diye söylüyorum ama bazen doktora gidiyordum sabahları akne tedavisi için okula geldiğimde "Muhammed sen neredesin?, seni aradık aşağıyı kurman için." gibi çeşitli karşılamalara uğradığım da oluyordu(Tabi bunlar 12. sınıfta olacaktı). Bunun çok daha sağlamları da var. Onlara ileride gireceğim. Görev demişken en unutamadığım görev de bu seneydi. 23 Nisan'da törene gidip orada beni bilgisayarın başına koymuşlardı.
Her şey güzeldi ama herkes yarım saat geçtikten sonra çıkmasına karşın tören karşı okulla yapldığı için ben bir iki saat daha kalmıştım. Ama törende bir ara tanıdığım kimse olmayınca şaşırdım. Sonra bana duyuru yaptırtmışlardı.
Yılbaşı çekilişi var tabi. Hem okulda hem dershanede. Şu kadar söyleyeyim, dershanede ne kadar kötü bir hediye aldıysam okulda o kadar başarılı bir hediye aldım. Burada okulda hediye aldığım kişinin bana alacak olan kitap alsın demesi işmi kolaylaştırmıştı. Ben de D&R'dan biraz baktım(ki o gün Karşıyaka D&R'ın isim hakkı olduğunu öğrenip yıkıldım) ve ilk aklımdaki kitaptan daha farklı bir kitap seçtim. Ama iyi ki öyle yapmıştım. Tam da almak istediği kitapmış. Bana orada bir huzur geldi. Bu benim yılbaşı çekilişleri arasındaki en başarılı hediyemdi. Öyle ki fişini saklıyorum o kitabın.
Geçen yazımda bizim sınıfa son kez sessiz denilen senenin 10. sınıf olduğunu söylemiştim. Bu sefer sınıf bayağı bir kaynaştı ve gürültü de buna paralel olarak arttı.
Ama etkinlikler için sınıf sürekli boş olduğundan bu 12. sınıf kadar büyük olmadı sanırsam. Kaynaşma demişken sınıfça pikniğe gitmemiz vardı bir de. Yerel seçimler sonrası tatili değerlendirdik. 4 senedir Buca'da olmama karşın(o dönemde o kadardı) ilk kez o zaman gitmiştim kaynaklara. Şelaleyi bulmak için bayağı bir yürümüştük. Bir de ben tek başıma öncü birlik olarak gitmiştim. Zevkliydi. Aslında orası rahatlamak için iyi yer de yol yüzünden insan üşenmiyor değil. Ama o günün sabahında bir koyunun bizim oturduğumuz yere dalması komikti. Hayvanın üstüme pislemesinden korktuğum için(kaz taşırken başıma gelmişti) alamasam da sonrasında kucaklamıştım bayağı.
11. sınıfta bizim sınıf not ortalaması diğer sınıflara göre düşüktü, katılım düşüktü gürültü yüksekti. Ama bu kadar olumsuzluğa karşın bilgi yarışmasını da kazanan bir sınıf vardı. İlk turda dokuzları ekstra sorularda kimya sorusuyla elemek çok güzeldi. Rakibini kendi silahıyla devirmek gibi bir şeydi bu. Sonrasında efsane bir kazanış. Çok iyiydi. Yarışmadım ama zevkle izledim. Orada da puan tablosunda görev yaptım. İlk turun ilk yarışması hariç.
Bilgi yarışması dışında bir de münazaraya katıldık. İlk turda elendik. Son konuşmalarda yaptığım finalin başarılı olmasını da sevdim. Ama rakibi yanlış değerlendirme ve yeterli vakit olmamasından dolayı kaybettik. Üzüldüm mü, hayır. Böylece kendimce hukuk okumamam için bir neden daha bulmuştum(ki bunu diyen adam şu an hukuk fakültesinde). O dönemler Psikoloji ve PDR arasındaydım.
Okulun bana verdiği görevler yetmezmiş gibi bir de bana lazım olunacağını anlayıp kaçak girdiğim işler var. Ya da öteki deyişle seyirci olarak girip arkada çalıştığım işler vardı. O zamandan içimde reji ruhu vardı galiba. Ne zamandan mı bahsediyorum, kesinlikle Halk Oyunları gecesi. Sene 2014. Tınaztepe yerleşkesini sevmememe, neden orada olduğunu sorgulamama neden olan olaydır bu gece. Ben rahat giderim diye yürüyerek yola çıktım. Tınaztepe yerleşkesine kadar her şey güzeldi ama içeri girip yerin uzaklığını görünce içimin kararması(ki ben Üçyol'daki Amerikan Koleji'den Evka 1 İtfaiye'ye otobüs yolunu takip ederek gitmişliğim var) dün gibi aklımda. Ama şanslıydım. Çünkü yoldan geçen arkadaşım sağ olsun babası arabayla bıraktı(Yalnız öküzlük yapıp teşekkür etmedim ama biraz da olayın şaşkınlığı vardı üzerimde). Neyse, etkinlikte ilk başta "yardım lazım mı diye" sorup hayır cevabını aldım ama sonra baktım ve "kesin biri lazım olacak" diyerel girdim arkaya. Kimse de bana neden buradasın demeyince takıldım arkada. İşin en sevdiğim yanı bu. Birçok yere okulda da böyle girebiliyordum(Müdürün odasına girmiyordum herhalde ama her türlü etkinliğe sızabiliyordum, hatta bir kere isteyerek kaçak girmiştim). O gece perdeyi çeke(meye)rek başladık, eşyaları toplayarak bitirdik(şarkılar sırasında kopmam da var bir de). Dönüş yolu eğlenceliydi. Yürümeyi biraz da bu yüzden seviyorum. İşin tadını çıkarabiliyorum böyle.
Arada bir yerde reji dedim değil mi? Aklıma gelen diğer şey de Vodafone Freezone'a katılmak oldu. Jürisini hala ma hala eleştirdiğim yarışmaya katılış sürecini hatırlarım(O dönemde o provaları da izlerdim, rejiden bağlamamın nedeni buydu). Hatta bir ara başvuru fotoğrafları için müdür yardımcısının odasında e-postamı açıp orada açık unutmuştum. DÖndüğümde de hoca "ben de kirli işlerde kullanacaktım zaten" gibisinden dalga geçmesini de hatırlarım. 5 şarkı denendi. Şarkıları da hala hatırlıyorum. John Mayer-Belief, 30 Seconds to Mars-Beatiful Lİfe, Linkin Park-Castle of Glass, Şebnem Ferah-Birileri var ve son olarak yarışmaya katılınan şarkı The Pretty Reckless-Just Tonight. Yarışma günü güzeldi. Ben Firsts ilkler sahnesinde parlamıştım. 4 şarkı söylemiştim be. Çoğu arabesk de olsa güzeldi. İlk defa bir ünlüyle münasbetim ve fotoğrafım böyle oldu. Orada söylediğim şarkıları galiba umursamayacaksınız ama yine de yazayım. Ümit Besen-Alışmak Sevmekten Daha Zor Geliyor(ki bu mikrofonun eko yapması sonucu Cem Avnayim'in ne söyleyeyim diye sorduktan sonra benim çıkıntılık yapıp bunu söylemem sonucu bu şarkı serisi başlamıştı), Hakan Altun-Hani Bekleyecektin(İyi ki bir arkadaşım bana öğretmişti işime yaradı), Ümit Besen-Nikah Masası(olmazsa olmazdı) ve İlhan İrem-Yazık Oldu Yarınlara(bu şarkıya o dönemde kafayı takmıştım ama ilk nerede duyduğumu yazıyı yazarken hatırladım, İYTE gezisinde yolda dinlemiştim ilk ve çok hoşuma gitmişti). O gün saat 12'de gelip akşam 8'de çıkmıştım. Ayakta durmak bazen zor olabiliyormuş. Onu da öğrendim. İzmir Arena yolunun ne kadar sinir bozucu olduğunu da.
Eğer bizim okuldaysanız alışmanız gereken bazı şeyler var. Mesela spor faaliyetlerinde kaybetmek(sözüm futbol ve basketbol için, voleybol az çok gidiyordu). Bayağı sağlam kaybetmek. Şanslıydım sadece bir maça çıktım(10. sınıftaydı) ve hep yedek kaldım. İyi ki de kalmışım. 11. sınıfta gaza gelip il turnuvasına katıldık. Çınarlı Endüstri Meslek'in turnuvadan çekilmesi ve Bornova Sağlık Koleji ile ilk maçı yapmamız turnuvada gruptan çıkmamızı sağlamıştı. Gruptan sonraki ilk maçta çok şerefli bir mağlubiyet aldık. 18 kişilik kadroda bir ben oynamadım turnuva genelinde. Bİr kez daha buna sevindim. Ama o maç iki kritik adam sakattı. Biri ayağındandı, öteki diz bağlarını koparmıştı(işte tam futbolcu sakatlığı). Skor hakkınd aşunu söyleyeyim duyanlar bu skor basket skoru maçının mı dedikleri oldu. Varın siz düşünün. Ben söylemedim skoru ama BİR ŞEKİLDE yayılmış. Neyse sonuçta yedek kulübesinin kıdemlisiyim ben. Bana ne skordan. Sonrasında kaleciliği bırakma noktasına geldiğimde beni hayata döndürecek şey yazın sonlarına doğru oynanan halı saha maçlarıydı. 12. sınıfta kaleciliğe döndüm ama şimdilik yine dinlenmek istiyorum çünkü bence çok maç yaptım. Sıktı. Bu arada ilk maç sonrası il turnuvasında bir arkadaişımız hepimizi dikkatli olun diye uyarmasına karşın, kendisi değerli bir eşyasını kaybetti. Ve bundan sonra ben de unutma psikolojisine girdim. Her an bir yerde bir şey unutacakmışım gibi hissediyorum. Bakalım bunu atlatabilecek miyim?
O seneki İYTE gezisini eşit ağırlık sınıfı olarak katılmak komikti(Odtü misali eşit ağırlık bölümü yok, zaten adı üstünde teknoloji enstitüsü, teknik üniversitelerde bile eşit ağırlık bölümü olması bana garip geliyor nedense, neyse konudan ölümüne sapıyorum şu an). Ama diğer gezilere götürülmediğimiz için götürülmüştük oraya hem Vodafone paragrafında dediğim gibi beni ileride çok seveceğim bir müzikle tanıştırdı. Bence gayet güzel olmuş. Ama o gezi de çok kısa sürmüştü. Yemekhanesi güzeldi ama. Beleş yedik sonuçta.
19 Mayıs ilçe töreninde, daha doğrusu çelenk koyma töreninde(o dönem yaşananlardan dolayı çelenk koyma oldu) de görev aldım. Orada Levent Piriştina'nın ne kadar uzun olduğunu gördüm. Boyu benimle aynı neredeyse ama hiç öyle bir boy beklemiyordum. Bayağı uzundu. Kısa süren törenin ardından eve dönerken çöp arabasının arkasındaki görevlinin beni kaparmış gibi yaptığı hareket ilk bir beni şok etti ama sonra bayağı bir güldüm. Yazıyı yazdıkça hala yeni şeyler de ekleniyor yahu.
19 Mayıs törenlerinin çelenk koyma olarak düzenlenmesine neden olan vahim olay Makarna Günü'nün de ertelenmesine neden olmuştu ve bu yüzden en kötü Makarna Günü'nü yaşadı okul. En son hatırladığım 30 kişilik bir grubun okulun arka kapısından tırmandığıydı. O sene Parkur'a katılmayı istiyordum ama olmadı. Ama bir şekilde(yarışmanın olmayışına itiraz ettim tabi) emek ödülü tadında bir madalya aldım.
Düşmemin efsane oluşunu anlatırım ama o sene düşmedim. Gerçekten. Sanki bir büyü bozulmuş gibiydi. Düştüğüm daha doğrusu kendimi attığım bir şey vardı, o da voleybol takımı. Voleybolumu geliştirdim okul takımına girerek. Hala topu havaya fırlatarak servis atmak zor geliyor. Topun altına vurmayı beceremiyorum ama onun dışında kurtarıyor beni. Voleybol demişken yıllar geçtikçe okulda voleybol topunu alıp bahçede çember yapmak bir salgın haline dönüştü. 5-6 grup aynı anda oynuyordu. Zaten okul kalabalıklaştığı için koşmak zorlaşıyordu bir de bu geldi iyi mi? Koşmak demişken, düştüğüm olaylarda en çok yaptığım eylem olan koşma konusunda ise değişen bir şey yok. Koşmaya devam. İş de çok olunca duramadım işte. Zaten niyetim de yoktu. ,
Yaza girerkenki ruh halim de garipti. Canımı sıkan birkaç ayrıntı yine yanımdaydı. Yaz tatilinin araya girmesi işime yaradı doğrusu. E sonuçta kısa bir sonra çalışma sürecine gireceğim bir sınav vardı.
9. sınıf kısmında olay çok ayrıntı azdı, 10. sınıf kısmında olay az ayrıntı çoktu. Ama 11. ve 12. sınıfta ikisi de çok. O yüzden bayağı uzun yazılar oldu. Açık konuşmam lazım. Bütün yazıları kimse tek tek okumayacak. Ben olsam ben de üşenirdim. Ama bu yazıyı burada hatıra kalsın diye yazıyorum. Ola ki unutursam işime yarar diye. Ben duygularıyla yaşarım ve duygularım beni bu konuda yazmaya itiyor. O yüzden günlükten öte bunu burada paylaşmayı tercih ediyorum. Ve sıradaki bölüm final bölümü. 12. Sınıf. En taze anıların bulunduğu kısım. Bu kısım biraz dramatikleştirebilirim. Neler yazacağımın bir kısmı hazır da diğer kısmı hakkında en ufak bir fikrim yok. Buna bakıp göreceğiz anlaşılan.

30 Eylül 2015 Çarşamba

Ve Sonunda Okul Başlar (Bölüm 2 - 10. Sınıf)


Bu yazı serisinin(sanırsam böyle adlandırmak doğru olur) 9. sınıf ile ilgili kısmında tercihlerden ve kayıttan, yani yaz tatilinden başlamıştım. Bu sefer de yaz tatilinden başlıyorum. Ve evet, diğer yazılarda da yaz tatilinden başlayacağım. Ne yapayım hepsinde bir şeyler olmuş.

9. Sınıfta İTK Gençlik Çalıştayı'nın bana MBMTR kapısını açtığını söylemiştim. 10. Sınıta bunun için İstanbul'a gidecektik(9. sınıftayken olacaktı ama daha sonra Eylül'e daha sonra da sonraki Mayıs'a ertelendi). Biz Eylül'ün başında etkinlik var diye bildiğimizden yazın toplanmak zorunda kaldık. İlk sefere o kadar iyi hazırlanmıştım ki yarım saate yakın durmadan konuşmuştum. Soru çalıştığım yerden gelince çok konuştuğum kesinlikle doğru. En son zorla konuşmam bitirilmişti. Yazın ortasında okula gitmiştim. Hatta şu da vardı, o gece hiç yatmadan oraya gittim. Ama ona rağmen uykum açıktı.

Aslında onun da öncesinde yani okullar kapandıktan bir hafta sonra bölüm tercihi için okula gitmiştim. Güzelim sınıfın bölünmesinden duyduğum öfkeyle gitmiştim. Bir de yanılmadığım bir mevzu var, kiminle aynı sınıfa düşmek istediysem hepsiyle farklı sınıfa düştüm. Hatta andaçlarda bu konu ile ilgili büyük itiraflarım var. Sınıfımı değiştirebilirdim ama istemedim. Bu durum ise teneffüslerimi diğer eşit ağırlık sınıfında geçirmeme neden olmuştu. Her teneffüs bıkmak bilmeden. 

Uçan adamlık son gaz da devam ettiği dönemlerdi. Hızlı olmanın en kötü yanı galiba herkesin size bir şeyler kilitlemesi ya da sizden ricada bulunması diyebilirim. İnsanları kıramayan yapıdaki ben için bu daha da fazla hareket demekti. İnanır mısınız bilmem ama evinde yan gelip yatan adamım ben. Bana hareket lazım. Anca böyle kurtarırım durumu. Böyle de az form tutmadım değil. En formda olduğum dönem o dönemdi. Şu an düşündüm de benim koşarkenki tek görüntülerim güvenlik kameralarında var. Onun dışında yok.  İlginç gelmiyor değil.

Neyse 10. sınıf bizim sınıfa ilk ve son kez çok sessizsiniz denileceği dönem olacaktı. Herkes önceki seneden tanıdığıyla konuşuyordu. Yalnız her şey bir yana harbiden sessizdik. Öyle ki benim canım sıkılıp ben konuşuyordum hep. Ama nedendir bilinmez hep ben konuştuktan sonra sınıfta doğal bir sessizlik oluyordu. Artık ne demişsem? İşte o anlarda sıra arkadaşımla sessiz gülmek nedir konusunda ders olacak nitelikte bir performans ortaya koyuyorduk. Çok sevgili sıra arkadaşıma birazdan yeniden değineceğim.

10. sınıfta sınıftaki bomba dörtlünün oluşması(doğrusu bomba üçlü de diyebiliriz ben derslerde katılıyordum gruba) biraz zaman aldı. Nedeni bir arkadaşın bizim yanımıza sonradan geçmesi. Böyle deyince hiçbir şey anlamadığınızın farkındayım. Ama maksat şayet okursa(minicik bir ihtimal) kendisinin anlaması. 

O dönem sınıf eşya düzeni çok güzeldi. Askılığın altında fazladan sıralar vardı biz de oraya mekan yapmıştık. Sürekli sıraların üstünde oturuyorduk. Hatta 11. sınıfta da böyle bir mekan vardı. Sonra sıraları aldılar.

10. sınıftaki yılbaşı çekilişi geldi aklıma. Hediye alma konusunda hiçbir zaman başarılı olamadım. Bu sene de onun ispatı oldu. Kendi zevkim kimseyle örtüşmeyince böyle oluyor işte.

Ders bakımından bakarsak 10. sınıf ne kadar başarılı geçse de 4 sene içinde en kötü not ortalamasına sahip olduğum seneydi. İki dönem teşekkür alacağım derken takdir almak da garipti.  Ayrıca ikinci dönem hayatımda e-okula işlenmiş tek 1 olan sınavım 10. sınıf 2. dönem 1. Geometri sınavım(37 idi kendileri, öyle ki içime işledi) da bu seneye denk düşüyordu. Dersi kurtarmam o sene doğum günümde olmuştu. Hatta o sene doğum günümde iki sınava girdim sonrasında halı sahaya gitmiştim. Ama o seneki doğum günüm gerçekten ilginçti.

9. sınıfta pek bir şey yapmamama karşın okul futbol takımına kaleci olarak girmiştim. Hala sorarım kendime niye beni bu takıma aldılar diye. Ama hiçbir şey yedek kalecilik kadar güzel değil, hele oyuna girip 4 yediyseniz, iyi ki yedeğim diyorsunuz. Sonuç olarak dersten çıkıp maça gitmişsinizdir. O dönem kalecilikten uzun süre ayrılmak istedim. Okul turnuvasında da adamımız sakatlandı sonraki maçlar yalan oldu. Bİr de orada bol bol top toplayıcılık yapıyordum. Ama karşı takımın ben koşarken bakışları garipmiş. Bunu sonradan söylemişlerdi. Orada soyunma odasının olmayışı sonucu minibüs veya yolda üstümüzü değiştirmemiz ve topları bizim getirmemiz trajikti bence. Ah Bornova Anadolu o nasıl saha ve kaledir öyle. Ömrümü yedin. 

18 Mayıs'ın benim için anlamını söylemiştim. Büyük bir efsanenin girişi diye. Evet hikaye kaldığı yerden devam ediyor. Geçen sefer düştüğümde çok az kişinin bunu gördüğünü söylemiştim. Herhalde 10. sınıftaki bilinçaltımda bunu herkese göstermek varmış ki kaçan topu almak için okulun ana kapısının üzerinden atlamaya çalışıp takla attım. Bence düşmedim ama herkes öyle kabul ediyor. İşin koyan iki yanı vardı. Birincisi o sadece bir kere olur diye defalarca kez söyledikten sonra düşmek, ikincisi bunu dedim diye bana yapılan iki işareti(en çok bu koydu). Hayır insanların gülmesini zerre umursamadım. Ben de gülüyordum. Zaten insanların bu kadar kafaya taksam koşmazdım. Onun farklı bir yükü var. Şayet koşmamı anlatan bir yazım olursa(ki içinde muhtemelen onunla ilgili yaptığım konuşmayı da eklerim) bu olayı derinlemesine anlatacağım. Bu seferki tarih 16 Kasım.5 dersten sonraki teneffüs. Dersler o dönem 40 dakika olduğu için saat karışık ama sanırsam 14:05-14:15 arası. Bu düşüşle birlikte fark ettim ki koşma işini hatasız yapabiliyorum ama koşarken ekstra bir şey yapmaya kalkışınca sıkıntı oluyor. Bu arada eklemeden edemeyeceğim. O hareketi(kapının üstünden atlama) yaptıktan sonra bir süre dışarı top almaya çıkamadım. Ama daha sonraki kapı üstünden atlama eylemini iki kez tekrarladım ve ikisinde de biraz zorlanarak da olsa üstünden atladım. 

Düştüm düşmesine ama dönüşüm tam 1 hafta sonra muhteşem oldu. 23 Kasım Öğretmenler Günü töreni. 29 Ekim'de eh denilebilecek solo performansından sonra nasıl olduğunu anlamasam da(galiba biri önermişti) bana solo verilmişti. Bu sefer şarkıyı tamamen tek söyleyecektim. Şarkıyı hiçbir yerde bulamasam da şarkıyı o kadar güzel kavramışım ki törende harikalar yarattım. Arkada kim kimi alkışlayacak muhabbeti yapmıştık. Beni alkışlayacak kimse yok demiştim ama gelen alkışı hala unutamıyorum. Öyle ki sinirlerim bozuldu gülmeye başladım ve o yüzden yüzümü gizledim. Hatta şarkı bitince arkaya kaçtım direkt. Ben bile şaşırdım doğrusu duruma. Hala da şarkının orijinalini bilmiyorum. Bu arada şarkı Güneşlerime Kar Yağdı.

10. sınıfta yapılan münazaraya garip bir şekilde katılamadık. Katılacaktık ama arada bir iki garip durum oluştu ve katılamadık. İlginçti. Münazarayı düzenleyen hocamız aynı zamanda Diksiyon dersine giriyordu. Diksiyon her zaman sevdiğim bir ders oldu. Keşke her sene de görsem derim. Anlatım bozukluğunu öğrenmemi sağlayan derstir aynı zamanda. Ayrı ikinci dönem de koşmam hakkında konuşma yaptım. Zevkli bir konuşmaydı. Sanırsam taslağı hala evde bir yerlerde gizli. Yalnız 5 küsur dakika konuşacağım deyip konuşmayı 4:30 dakikada bitirdim. Güzeldi. 

10. sınıfta değişen hocalar olsa da dersteki geyikler yine de değişmedi. Sıra arkadaşınız sağlam olunca bu konuda hiç sıkıntı yaşamıyorsunuz. Sıra arkadaşım değişse de durum değişmedi. Hep koptuk. İlk başta belki biraz acımasız davrandım ama sonra bayağı eğlenmeye başladık. Bir de konu dışı olarak derslerde bazı şeyleri yeni öğrendiğimi fark ettim.

10. sınıfta anlatacak şey çok yok ama ayrıntı fazla galiba. Neyse geçelim diğer olaya. Makarna Günü için yemek yapıp götürdük. Bizden biri kermese vs. bir yere yemek götürecekse götürülecek yemek bellidir. Falafel(Türkçe söylenişine hala alışamadım). Nereden nasıl öğrendiler bilmiyorum ama sınıftakiler benim getirdiğimi öğrenmişler. Bu arada yok sattı kermeste. O gün parkur yarışmasına da katıldım ama o dönem canımı sıkan birkaç konunun olması pek de düzgün kafayla yarışmamı engelledi. Öyle ki engelleri ters geçtim. Psikolojik olarak çabuk etkilenen biri olmanın zararları işte.

MBMTR var tabi ki de. İstanbul'a gitmek güzeldi ama daha güzeli cebimden para çıkmamasıydı. Ben eğlendim ama çok da yorulduk. Hele ki kaldığımız yer ile etkinliğin yerinin uzak oluşu da cabası. Ama hala da gitme imkanım olsa giderim.

10. sınıf genel manasıyla böyle geçti benim için. Olay az ama ayrıntı çok. Son eklemelerimi yapacak olursam o sene serbest kıyafete geçtik ve ben bununla birlikte saçımı çok uzatmamın doğru olmayacağını anladım. Ve o sene sömestr benim için kritikti. Bunun da yıl içinde etkisinde kaldım. Ve bu doğrultuda kişiliğim de değişti. Neyse 10. sınıf benim için böyleydi işte. Sonraki durak 11. sınıf. Bence etkinlik patlamasının olduğu sene. Bayağı uzun olacak benden söylemesi.

29 Eylül 2015 Salı

Ve Sonunda Okul Başlar (Bölüm 1 - 9. Sınıf)


Dün normal bir girişe göre uzun denilebilecek bir giriş yazısı yazmıştım. Ve bugün asıl hikayeye başlıyorum. Biliyorum 4 sene anlatması zor ve uzun ama bir şekilde anlatacağım artık.
Sanırsam hikayeye lise tercih döneminden başlamam lazım. İlk olarak şunu söylemeliyim 85. Yıl benim 7. tercihimdi(biz 12 tercih yapıyorduk). Ayrıca bir altında hayallerimin lisesi Karşıyaka Lisesi vardı. Özellikle Karşıyaka'da oturduğum dönemde okulun yapısının birçok faaliyete uygun oluşu okula karşı bir sevgi oluşturmuştu. Hala da acaba orada olsam ne olurdu diye düşünmüyor değilim. Ama bu 85'e geldiğim için pişman olduğum anlamına gelmiyor. Ben bu okula iyi ki gelmişim diyorum. Ne kadar sadece okulun yerini öğrenince sevinip yazsam da sonrasında geldiğimde yaşanacak bana bu yazıyı yazdıracak kadar sevdirecekti okulu. Okula ilk gelişimde(kesin kayıt için gitmemiştim o gün) okulda 5 dakika bile kalmamıştım. Sadece kayıt için gerekli malzemelerin listesini alıp çıkmıştım. Okulun açılış gününü ilk bölümde yazmıştım. Şimdi ise diğer kısımları anlatacağım. Bu arada herhangi bir şekilde kurum ismi dışında özel isim kullanmaya niyetim yok. Herkes zaten kendini biliyor. İsim vermeye gerek yok bence.
9. sınıfın ilk kısmı benim için sessiz geçti desem yalan olmaz. Sonuçta o kısım alışma dönemiydi. Sadece ben değil herkeste bir alışma süreci vardı. Sonrasında arkadaşlıklar falan kuruldu. En baştan tanıdığım kimse olmadığı için benim için sessiz geçmesinin sonuna kadar normal olduğunu düşündüğüm durum.
Kronolojik olarak bakarsam ilk gün sınıfın puan ortalaması üzerine espriler yapıldığını hatırlıyorum. İlk biyoloji dersinde 29 kişilik sınıftan 26 kişi sayısal istediğini de hatırlıyorum. 1 kişi eşit ağırlık, bir kişi dil istiyordu ve ben de kararsızdım. Ama her zaman eşit ağırlığa kendimi daha yakın hissettim. İlk hafta ise büyük hezimete uğrayacağımız futbol turnuvasına katıldık. Ne kadar kaleci olarak girmeyeceğim desem de adam eksiğinden dolayı dahil oldum. 4+1 turnuvada defanslar orta saha olursa olacağı bu. İlk maç 17-0. Bir de utanmadan suçu bana attılar. Evet, yarım saatte kaleme 17 pozisyon getiren bendim. Karşı tarafın yıl sonunda şampiyon oluşu tek tesellimizdi. Yalnız biz o turnuvada çeyrek finali nasıl oynadık anlamıyorum(Bir maçı hükmen kazanmıştık galiba ondandı). Bir de bu futbol turnuvasına girmemiz önce öğle arasındaki maçlara sonra da okul takımına girmeme neden olacaktı. Öğle arası maçlar demişken en net hatırladığım olay kesinlikle kornerde arasına dalıp girdiğim çemberdi. Sonrası hayatımı kurtarmaya dayalı hareket olmuştu.
İkinci haftanın Pazartesi günü öğle arasının bitimine 10 dakika kala(ki 13:50 suları olur) hayatımın en trajikomik olayıyla karşılaştım. Açılan pencerenin altından geçerken yanlış zamanda kafamı kaldırıp kafamı yardım. Bu hayatımda sadece bir kere oldu. Yalnız olay sonrası durumu fark etmem bana Bedri Baykam'ı hatırlattı. Kafamı kanıyor diye kontrol edip "kafam kanıyor" diye bağırmıştım. Bir hastane diye bağırmadığım eksikti. Ne kadar herkes afallasa da başta sonrasında müdahele de edildi. Kafama iki kilo tentürdiyot konulmuş olsa da. Bir de bütün hocalar tek tek gelip baktı o ayrı mesele.
Sınavlar konusunda açıkçası hayatımın dönüşünü yaptığım dönemdir. İlk başta gelen uyarıları ve ön sınavı(quiz diyeyim, 40 almıştım matematik quizinden) dikkate almadan sınava girince(matematik ve geometri için) matematik ilk sınavı 47, geometri sınavı 45 geldi. Biz size biz size dedik diye lafı da yeyince çok pis gaza gelmiştim. Ben o zamana kadar SBS hariç hiçbir sınava birkaç gün önceden çalışmadım.Bİr tek 9. sınıf ilk dönem yaptım bunu. Matematikte diğer sınavlarım 95(ki o da soruyu yanlış okuduğum için 5 puan gitti), 90'dı. Geometri 3 olmaktan kurtulamadı ama(O dönemden sıkıntı var). Sonrasında o dönem bayağı iyi geçmişti.
Sınıf listesindeki sıralamamın 10 olması benim için berbat bir şeydi. Genelde Fizik dersinde ben çıkıyordum bu yüzden tahtaya. Fizik dersini hiçbir zaman sevmedim ama kalktığımda gelen soruların kolay olması şansın bana bir gülümsemesi olmalıydı.
9. sınıfta okul korosu(Hekimoğlu'nun girişini söylerek yapılan bir seçmesi vardı) ile başlayan okul için iş yapma süreci sonra benim gönüllü olarak tören sonrası aletlerin vs. taşınmasıyla devam etti o sene. O dönem daha uçan adam değildim. Orada zaten yapılan en büyük hata benim okulun ilk gününden itibaren böyle olduğum düşünülmesi. Bana bu konu ile ilgili en çok gelen soru şüphesiz neden koştuğumla ilgiliydi. Aslında bu sorunun tam bir yanıtı yok desem yeridir. O dönem sınıftakilerle voleybol oynamam(kaçan topları alırken güzel efor sarf ediliyor) ve merdivenleri koşarak çıkmam(yıllardır, 4. sınıftan beri) vs. derken bir anda her yere koşarak gitmeye başladım. Okul küçük olduğu için yorulmuyorum bile. Kondisyonu düşük olan ben için bu kısa mesafe pek de yormuyordu. Zaten 40 dakika oturup dinleniyorum enerji oluyor. Bu enerji mevzusuna daha sonra yeniden değineceğim. Bu arada iş yapmayı sevmiyorsanız gönüllü olmayın. Ben iş yapmayı seviyordum ve bu yüzden hiç de sıkıntı olmadı.
9. sınıfta İTK Gençlik Çalıştayı'na katılmam(sınıftan seçilerek gitmek de güzeldi) da bana MBMTR kapısını açan temel etmen olmuştu. Bu hikayeyi de daha sonra ayrı bir yazıda ele alacağım. Aslında bunu da çok önce yazmam lazımdı. Açık söyleyeyim bana buraya gelip bu tip bir etkinliğe katılacaksın deselerdi inanmazdım. Benim için her açıdan(ama her açıdan) güzeldi. Yine olsa yine yaparım dedirten cinsten.
9. sınıfın unutulmaz olaylarından biri kesinlikle Makarna Günü'dür. Hayır kahraman olmadım ama galiba büyük bir efsaneye başlangıç yaptım. Sanırsam Makarna Günü demek doğru değil buna. Neyse uzattım yine 18 Mayıs 2012 saat 16:00 suları hayatımda daha önce yaşamadığım kadar efsane düşüşe sahne oldu. Aslında diğer düşüşlerimde de olacağı gibi o an başka şeye dalıp bacaklarımı kontrol etmeyi unutmamdan kaynaklanıyordu. Kovalamaca sırasında pek de ben zıplamışım diye umursamıyorsunuz. Yalnız o olayı özel kılan gören insan sayısının az olması. Yalnız ne gülmüştük(E kendi düşen ağlamaz). Sonrasında gairp bir olay daha oldu ama neyse onu anlatmayacağım.
Kovalamaca biraz garip bir kelime olabilir sizce ama nedenini anlamadığım bir şekilde insanlar benim takıntılarımla uğraşıp beni kızdırmaya bayılıyorlar. "Bir tane mi?", "Abi seni seviyom beni sev" tarzı gereksiz ötesi şeylerle sinir ediyorlardı. Tamam, ben abartıyorum kesinlikle ama niye uğraşıyorsunuz ki, niye insan böyle bir şeyden zevk alır ki? Yalnız bir tane mi olayının en trajik olayı ekmek aldığım fırının bile bu espriyi yapması. Galiba bu olay benim bu takıntıyı atlatmamı sağladı.
9. sınıfın asıl hikayeleri kesinlikle sınıftaki olaylardı. Havaya adam fırlatma mı dersin, sınıf içinde şişe ile oynama mı dersin, adamın kalbine basıp bayıltma mı dersin, hepsi vardı. Ama derslerde yaşanan garip anlar(banko arkadaşlar, sinirden çıkan damarlar, kültür geyikleri, hikaye anlatmalar mevzusu, gerekli gereksiz esprilerde gülüp dersin bir kısmını sıra üstünde geçirme, çağdaşlık, türkücü, sessizlik yanlış yer ve anda gülme, vs) asıl anlardı. Burada hafiften kodlama ile yazıyorum çünkü hepsi anlatılacak gibi değil. Ama şişe mevzusu sonrası disipline gitme ihtimali ortaya çıkınca(aslında yokmuş) yaşananlar hepsi hala aklımda. Bayıltma mevzusundaki fedai bendim. Ne kadar çok bir şey hissetmesem de bir daha yapmayacağım dediğim bir olay bu. Bir de ders sırasında garip cümle ve sorularla ortaya atılmak vardı ama bunun sonucu genelde o meseleyle hatrı sayılır bir süre dalga geçilmekti. Bir de okula seslenişler var. Onlar da ayrı ayrı dikkate alınması lazım. Bazı anlar çok zorlanmıştık.
Bu konuyla ilgili son olarak, fıkrasına gülünmeyen adamın o dönemde ortaya çıkması sessizlik yapma fiilini hayatımıza sokmuştu. Genelde birçok kişiye birlik olarak sessizlik yapılıyordu ama benim için durum gerçekten de doğal sessizlikti. Neyse ki fıkra anlatmıyordum.
Peki bu geyik nereden geliyor. Öğerencilik hayatım boyunca gördüğüm en çılgın sıra arkadaşlarımdan biri yanıma oturmuştu. Her an gelebilecek bir espri hoş olmayan olaylara vesile olabilirdi. İşin daha da kötü yanı kendisi esprisine bir güzel güldükten sonra kendini toparlıyor ama siz kendinizi toparlayamıyorsunuz. Ayyy, ay hatırladıkça tekrar gülüyorum.
9. sınıf hakkında sevmediğim tek şey vardı. Son ay gereğinden fazla sıkıcıydı. O sınıfın enerjisi kaybolmuş gibiydi. Ama yine seviyorum o sınıfı. 10. sınıfta falan özlemiştim de sınıfımı. 9. sınıfın güzel yanı ise kardeşim diyebildiğim insanları katmış olmaktı. Öte yandan da okulu sevmiş olmaktı. Bunun nedeni biz geldiğimizdeki 12'lerdi galiba. Oradan da okuldaki ilk lakabım Mardo'yu almıştım. 12'ler demişken bizim bir arkadaşı kendilerinin bir arkadaşına benzetip kıstırıyorlardı. Trajik bir durum.
Lakap mevzusuna gelirsek, 2. dönem okul hayatım boyunca kullanacağım lakabım Kurnaz'ı aldım. 3 tane Muhammed olunca okulda olacağı buydu tabi. Hayatım boyunca çok lakap aldım ama hiçbiri soyadım ile ilgili olmamıştı. İşin diğer yanı, sınıftan alırlarken bile "Hocam Kurnaz'ı alabilir miyiz?" diyorlardı.
Nike Halı Saha Ligi var tabi. Bir günde sğlık raporu alıp da gitmiştim. İlk maçtan sonra bir ara elimden sakatlanınca(en kötü el sakatlanmam, aylarca geçmedi) sonraki maçlara seyirci olarak gitmiştim. Gruptan da çıkmıştık. O sene ne kadar kalecilikten soğumaya başlasam da o moral de vermişti.
Sonuç olarak 9. sınıf benim için her şeyin başladığı yer oldu. Lakaplar, olaylar, koşmalar, görevler vs. derken daha sonraki yıllarda da ne olacağının habercisi gibiydi. Gereğinden fazla uzun ve karışık oldu bunun için kusura bakmayın 10. sınıf yazım daha kısa olacak. Sırada 10. Sınıf var. Bakalım orada neler yaşanmış?

28 Eylül 2015 Pazartesi

Ve Sonunda Okul Başlar (Bölüm 0)



Vay be, 13 sene olmuş öğrencilik hayatımda(hayır ben anaokuluna gitmedim).Ancak bugünü diğerlerinden(diğer okul başlangıçları) ayıran şey üniversiteye başlamam(ilkokul ve lise başlangıcı da böyleydi doğrusu). MEB bünyesinden çıkıp YÖK bünyesine girmek de denebilir buna Geçen seneki okul başlangıcını hatırladıkça büyük yükten kurtuldum desem de üniversite söz konusu olduğunda yeni yük altına girdim demem yanlış olmaz kanımca. Ne kadar bunu ilkokul-lise geçişinde de yaşamış olsam da bu(lise-üniversite geçişi) nedense bana daha farklıymış gibi hissettiriyor. O konu hakkında uzun uzun yazardım ama hem başka günlere malzeme saklamak hem de konudan sapmamak için bunu burada bırakıyorum.
Genel olarak hayatıma baktığımda en çok yaptığım şeylerden birinin şüphesiz geçmişimde yaşadıklarımı önemseyip, onları unutmamayı eğer unutmuşsam da hatırlamaya çalışırım. Bunun temelinde iyi olduğunu bilmeme karşın bunu abartmanın özellikle benim için faydalı olmayacağını da biliyorum. Belki de bu yüzden dün kelimesini çok kullanıyorum. Belki de bu yüzden yazdıklarımın çok büyük bir kısmı yaşadıklarımdan oluşuyor.
Neden böyle bir giriş yaptığımı anlayanlarınız olmuş olabilir. Evet, konu lise yılları. Aslında bu yazıyı geçen yaz okullar kapanınca yazmam lazımdı ama doğru anı bulamamamdan(ki eğer böyle bir anda yazarsam yazılarımı genelde sevmiyorum) ve büyük ölçüde üşengeçliğimden dolayı iş bu hale geldi. Aslında bu yazı benim okul yıllarımı anlattığım ilk yazım değil. 5. sınıfın başında Türkçe yazdığım bir kompozisyonda da önceki 4 senemi her seneyi bir paragrafa ayırarak anlatmıştım(aslında o yazıyı bulup veya hatırlayıp üstüne düzenleme ve ortaokul kısmını da ekleyip yazmak istiyorum).* O yazıyı hatırlamak zor ama hatırladığım kısımları hatırladıkça bana bir gülümseme geliyor. Bbi gibi kendimin oluşturduğu garip kısaltmaları da içinde barındıran bir yazıydı. Amaaaan neyse, ben yine konudan sapıyorum. En iyisi direkt mevzuya girmek.
Hani efsane bir mezun klişesi vardır ya, mezun gelir ve ben bu okulun kapısından girdiğim ilk anı dün gibi hatırlıyorum diye; eğer yeni mezunsanız(şahsen 1. sınıfı da hatırlıyorum ama hayal meyal) bu doğru. 4 yıl bazı şeyleri unutmak için kısa bir süre. Mera etmeyeceksiniz ama yine de anlatayım. İlk gün okula dolmuşla gideyim diye çıktım annemle. Baktık dolmuşla olmayacak otobüsle yolu hatrı sayılır miktarda uzatarak geç de olsa okula vardık. İşin güzel yanı açılış töreni olduğu için o sırada daha yoklama alınmamıştı ve ben de böylece yok yazılmadım(Yalnız dersleri bile hatırlıyorum Fizik, Coğrafya, Matematik, Beden). Ayrıca o gün zaruri durumlar dışında okula geç geldiğim 3 günden biri. Erken gelmeyi seviyorum ne yapayım?
Bu arada yazının devamı 5. sınıfta yazdığım gibi her yıl hakkında biraz biraz yazacağım şekilde olacak. Bir de her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatmayacağım. Zaten yazı burada bitse ve ben bunu yayınlasam Facebook bunu göstermek için yeni sekme açacak. Yazı bu kadar uzun olmuşken daha uzatmanın alemi yok. Ne kadar belli şeyler detayıyla anlatılmak zorunda olsa da. Zaten otobiyografi de yazmıyorum.
...
Şimdi düşündüm de(28 Eylül 2015 saat 19:08 olur bu an) bence yazıyı parçalamakta fayda var. Bugün giriş, yarın 9. sınıf sonra 10. sınıf şeklinde yazmaya karar verdim. Böylece hem okuması rahat olur. Ben de önceden yazıları yazar sadece her gün bölüp paylaşırım. Maksat kolay olsun. Yoksa yazı çok ama çok uzun olacak. Neyse o zaman yarın 9. sınıf ile seriye tam olarak başlıyorum. Birçok kişi okumayacak biliyorum ama(okuması gereken insanların okumaması üzüyor sadece beni, yoksa rakamların önemi yok). Bakalım yazı nasıl ilerleyecek?
* Yazının o kısmına kadar fakültede ders arasında yazdım ve buraya geçirirken düzenledim. Açıkçası bunu ilk defa yaptım. Normalde evimde yazmak huyumdur ama boş vakti değerlendirmek de güzel oldu doğrusu.
Not(Son olarak): Aslında bugün 85. Yıl'a gitmek istedim ama ders programı sağ olsun pek de hareket etme imkanı vermiyor. Çarşamba'ya kadar sabahları hep dolu. Yoksa ilk işim oraya gitmek olurdu.

29 Haziran 2015 Pazartesi

Ah Eshot Ah!!!! - Bölüm 2

Konu: Yine Eshot ve Harika Fikirleri
Not: Yazı yine bayağı bir uzun. Ben yine sizi baştan uyarayım da.
Konuya girmeden önce bayağıdır yazmadığımı biliyorum ama malum sınav, o, bu derken ister istemez yazamıyor insan. Ama baştan söyleyeyim bu yazı dışında da yazacağım/yazmam gereken şeyler var.
Geçen sene 27 Haziran'da yine aynı başlığa sahip bir yazı yazmıştım. Nedeni ise geçen sene 29 Haziran'da Eshot'un yaptığı değişiklikti. Üzerinden gün itibariyle tam bir yıl geçti ve neler oldu neler bitti diye yazmadan alamadım kendimi. Hele son bir ayı ele aldığımda "Tamam, bu yazı kesin yazılacak" dedim kendi kendime.
İzmir'de ulaşım değişecekti söylenene göre. Açıkçası bu konuda %100 başarılı veya %100 başarısız demek doğru değil. Birincisi İzmir otobüslerin kalabalığından değil, nüfusa paralel olarak artan bir araç trafiğiyle sorun yaşıyor. Özellikle şehir merkezi için bu durum geçerli. Zaten Eshot da ağırlıklı olarak bunun üzerinde çalıştı. Açık söylemeliyim ki sınavlar nedeniyle yeteri gezme şansım olmadığı için net bir şey söylemek güç ama genel olarak gördüğüm trafikte bir azalma var ama bu azalma mucizevi, hayat kurtarıcı bir azalma değil. Gene anı geldiğinde o trafik oluyor maalesef. O Şirinyer gene yapacağını yapıyordur. Zaten Eshot şehir merkezini ele alarak yapmıştı bunu. Özellikle gümrük duraklarının olduğu yere bir faydası olmuştur muhakkak.
İzmir halkının durum alıştığını düşünmemin dışında Eshot'un belli düzenlemeler ile durumu iyileştirmeye çalışması da gözümden kaçmadı. Şirinyer Aktarma'nın ilk hali ile şimdiki hali arasında belirgin bir fark var ama sanırsam iş çıkış saatleri gene orayı zorluyordur zira yol çok da geniş değil(Konak YKM'nin önündeki araç kalabalığını düşündüğümde buraya iyi bile diyebilirim).
Ama asıl bu konuya değinme nedenim sonradan eklenmiş olan araçlar. Bu araçların varlığından haberdar olduktan sonra o meşhur 40-50 sayfalık metne tekrar göz attım ve de onların olmadığını fark ettim. Bu araçlar 290, 390, 590(bundan emin değilim) ve 690. Bu araçlar değişiklikten sonra eklenen araçlar. Kendilerini şehir içinde görmememiz normal nedeni ise Dokuz Eylül Üniversitesi Tınaztepe Yerleşkesi'ne gidiyor olmaları. Fahrettin Altay, Bostanlı İskele gibi yerlerdeki öğrenciler için iyi ama yaklaşık saatte bir geçmeleri kötü. Ama araç trafiğini azaltmak isteyen Eshot için de normal bir durum olsa gerek. Bu arada yazın okullar kapalı olduğu bahsettiğim araçlar kullanımda değil.
Bütün bunların dışında sonradan eklendiğini gördüğüm bir araç var ki "Ben demiştim." dedirtti kendileri. Geçen seneki yazımda birkaç aracın kaldırılmasına şok olduğumu söylemiştim. Onlardan biri de 515'ti. Geçtiğimiz Mayıs ayının 20'sinde dershaneden eve giderken yolda numarasının 415 olduğunu gördüğüm bir araç gözüme çarptı. Hattın güzergahına baktığımda da 515'e çok yakın olduğunu görünce hemen eve gittim ve ilk yaptığım şeylerden biri bu araca bakmak oldu. Ve sadece 2 gün öncesinde hattın ulaşıma konulduğunu gördüm. Geçen seneki yazımda nasıl anlattığımı aynen alıntılıyorum. İlk yazımın linkini de aşağıya koyarım.
"Beni ardı ardına şok eden iki araç 970 ve 515. İkisi de kaldırılıyor. Bu ana kadarki bütün değişiklikler eyvallah tamam da İzmir'in kilit iki aracından bahsediyoruz. Bornova ile ilgili en önemli olay olan 515. Arka arkaya dolu 3 tane görmemle beni hayrete düşüren 970. İkisini de sevmiyorum ama bu çılgınlık. Normal değil. O yüzden dönüşüm değil evrim diyorum."
Belki yukarıda biraz abarttım ama yaşanan durum haklı olduğumu gösterir cinsten. İnsan madem ekleyecektin niye kaldırdın diye sorguluyor ama galiba Eshot o kadar direnmiş ki koymamak için, en sonunda geçen Mayıs çaresiz kalıp koymuş. Biraz önce de yazdım ama ben dedim. İkisi de kaldırılmamalı dedim. 970 zaten 490 diye değiştirildi(Buna da değineceğim). O duruyordu. 515'i kaldırıp geri koymak akıl karı değil. Hatta 415 şu an Bornova Metro'ya gidiyor. 515 kaldırılmadan birkaç sene önce hattı Bornova Metro'dan Evka 3'e uzatılmıştı. Eshot'un politikası(metro ve vapur gibi araçların daha çok kullanılması planı) gereği bunun olacağına inanmıyorum. Bu arada çok sıkıntı yaratmasın diye saatte bir geçecek şekilde ulaşım hayatını sürdürmekte.
970'in niye adı değişti diye de tepkiliydim ama hem bu önceki paragrafta anlattığım metro politikası galiba bunda öncü. Zaten bahsettiğim o Tınaztepe araçları da rahatlıkla uyarlanması için de mantıklı olmuş doğrusu.
Bunların dışında geçenlerde bir araç fark ettim ki hiçbir şey onu değiştirememiş. Sonrasında ben bunu niye geçen yılki yazıma eklemedim diye de düşündüm. Aslında aklıma gelmemesinin nedeni basitti çünkü ben o aracı kullanmıyordum(Hatta hiç binmedim). O araç 671 işte. Gerçekten düşündüm, hattı çooooook uzun, Eshot bol aktarmalı mantığına aykırı. Neden bu araç kalkmadı ki? Galiba bu araç TCDD trenleri gibi. TCDD trenlerinin çok fazla dolanmasının sebebi birçok yere uğrasın da ulaşımda kolaylık sağlasın diyedir. Bu araç bence öyle bir araç. İkisinin de bir ortak özelliği daha var. İkisi de adama bayağı vakit harcatıyor. Geçenlerde aklıma takılan ilginç bir ayrıntı oldu bu araç.
Haziran başında İzmir'de yaşanan bir olay kaç yıldır toplu taşıma araçlarını kullanan ben için gülme krizine yol açan trajikomik bir olaya yol açtı. Ben buna İzmirim Kart vakası demek istiyorum. Geçtiğimiz yılın sonunda yapılan ihaleyi kaybeden ulaşımda 16 yıldır Eshot'un partnerliği yapan Kentkart'tan, ihaleyi kazanan Kartek'e gerek kartlar gerek ulaşım kartlarının basıldığı cihazların devredilmesi konusunda sorun çıktı. Ulaşımda ortalık birbirine girdi. Birçok kişi kartında para olmasına rağmen basamadı gibi birçok sorun oldu ve İzmir Büyükşehir Belediyesi ulaşımı bir süre bedava yapmak zorunda kaldı. Olayı biraz araştırayım derken Kentkart'ın ihaleye itiraz ettiğini de gördüm bu arada. Süreçte ne oldu bilemem ama hayatımın en ilginç olaylarından birini gördüm kesinlikle. Kartek ve İzmir Büyükşehir Belediyesi ve doğal olarak Eshot Kenkart firmasını suçladı ve onları mahkemeye verdi. Kentkart cevabında Kartek'e laf sokarak bizde suç yok, kodları değiştirmedik, onlar yapamadı, bize suç atmayın dedi.
Ve onu bunu geçtim, kağıt bilet konuldu. Ne kadar dün gece itibariyle kaldırılmış olsa(Zaten geçici olduğu fiyatlarının normal fiyatlardan ucuz olmasından belliydi) da gerçekten ilginçti. Aslında kağıt bilet belli yönlerden pratiktir ama özellikle sahtesinin yapılması sorunu en büyük dezavantajı oldu. Biletçilerin olduğu dönem nasıldı bilemem ama biletçiler kaldırıldıktan sonra Kentkart gelene kadar sürekli değişen biletler vardır sonuçta.
Bir de 16 yıllık partnerlik bitince 16 yıllık evlilik bitmiş gibi hissettim(Açıkçası eğer gerçekten Kentkart bu tip bir kazık atmışsa doğla karşılarım. Ne kadar doğru olmasa da ben de bunu yapardım). Ben insanların paradan 6 sıfır atıldıktan sonra hala 1 milyon demesi gibi yeni kartlara da Kentkart demeye(yazıyı yazarken bile ulaşım kartı yerine Kentkart yazıyorum farkında olmadan siz düşünün) devam edeceğini düşünüyorum. İlginç bir durum. Alışması zor olacak. Ayrıca kesinlikle Kentkart'ın sesini özleyeceğim. Yenilerin sesleri itici. Her bastığımda kartımın dolu olduğunu bilsem bile boş mu diye düşündürüyor. Bir de kentkart fişlerinin değişmesi de hoşuma gitmedi. kartın koruması ile kartın arasına sokmak eskisinden çok daha kolay olduğundan eski tadı kalmadı(Farkındayım, bu sadece beni ilgilendiren bir durum).
Eshot'a bu kadar saydım ama Eshot'un bazı politikaları hoşuma gitti. Sınav dönemlerinde Tınaztepe Kampüsün o dehşet trafiği için normal Tınaztepe araçların yerleşkeye girmesi fikri zekice bir fikir. Ama siz eninde sonunda yürüyorsunuz o ayrı. Sözel sınavı için orasına gittiğimde gördüğüm trafik anlatılmaz yaşanır. Ayrıca belli araçların seferlerin sıklaştırılması hoş bir ayrıntı(Metro da dahil).
Bir de İzban ve İzmir Metro bence gelecekteki diğer ulaşım sorunları olacak. Zaten kalabalıktı, hala kalabalık, daha da kalabalık olacak. Bakalım yapılacak tramvay nasıl bir etki yaratacak. Doğrusu o da Konak-Karşıyaka arasını bağlamıyor. Kendi ilçe merkezlerinden öteki tarafa (Karşıyaka-->Çiğli ve Konak-->İnciraltı tarafı) gitmesi de garip gelmedi değil. Belki daha sonra birleştirebilirler. Bunu ilerleyen zamanlar gösterecek tabi ki de.
Uzun lafın kısası İzmir'de Eshot ne kadar uğraşırsa uğraşsın o trafik olacak. Bu tamamen çözülebilecek bir durum değil. Hele ki artan nüfusu göz önüne alırsak. Eshot'un bu müdahelesi belli açılardan iyi ama dediğim gibi mükemmel değil. Eshot ile ilgili çok yazdığımı biliyorum ve bir daha geçen seneki gibi bir şey olmadığı sürece de yazmayı düşünmüyorum Eshot ile ilgili. Zaten zaman gösterecek nelerin olacağını.

Not 2: Aslında ben Eshot’tan bugünle ilgili bir şeyler bekliyordum(infografik gibi). Eğer sonra paylaşılırsa yazıya eklerim.

İlk yazımın linki: