Dün normal bir girişe göre uzun denilebilecek bir giriş yazısı yazmıştım. Ve bugün asıl hikayeye başlıyorum. Biliyorum 4 sene anlatması zor ve uzun ama bir şekilde anlatacağım artık.
Sanırsam hikayeye lise tercih döneminden başlamam lazım. İlk olarak şunu söylemeliyim 85. Yıl benim 7. tercihimdi(biz 12 tercih yapıyorduk). Ayrıca bir altında hayallerimin lisesi Karşıyaka Lisesi vardı. Özellikle Karşıyaka'da oturduğum dönemde okulun yapısının birçok faaliyete uygun oluşu okula karşı bir sevgi oluşturmuştu. Hala da acaba orada olsam ne olurdu diye düşünmüyor değilim. Ama bu 85'e geldiğim için pişman olduğum anlamına gelmiyor. Ben bu okula iyi ki gelmişim diyorum. Ne kadar sadece okulun yerini öğrenince sevinip yazsam da sonrasında geldiğimde yaşanacak bana bu yazıyı yazdıracak kadar sevdirecekti okulu. Okula ilk gelişimde(kesin kayıt için gitmemiştim o gün) okulda 5 dakika bile kalmamıştım. Sadece kayıt için gerekli malzemelerin listesini alıp çıkmıştım. Okulun açılış gününü ilk bölümde yazmıştım. Şimdi ise diğer kısımları anlatacağım. Bu arada herhangi bir şekilde kurum ismi dışında özel isim kullanmaya niyetim yok. Herkes zaten kendini biliyor. İsim vermeye gerek yok bence.
9. sınıfın ilk kısmı benim için sessiz geçti desem yalan olmaz. Sonuçta o kısım alışma dönemiydi. Sadece ben değil herkeste bir alışma süreci vardı. Sonrasında arkadaşlıklar falan kuruldu. En baştan tanıdığım kimse olmadığı için benim için sessiz geçmesinin sonuna kadar normal olduğunu düşündüğüm durum.
Kronolojik olarak bakarsam ilk gün sınıfın puan ortalaması üzerine espriler yapıldığını hatırlıyorum. İlk biyoloji dersinde 29 kişilik sınıftan 26 kişi sayısal istediğini de hatırlıyorum. 1 kişi eşit ağırlık, bir kişi dil istiyordu ve ben de kararsızdım. Ama her zaman eşit ağırlığa kendimi daha yakın hissettim. İlk hafta ise büyük hezimete uğrayacağımız futbol turnuvasına katıldık. Ne kadar kaleci olarak girmeyeceğim desem de adam eksiğinden dolayı dahil oldum. 4+1 turnuvada defanslar orta saha olursa olacağı bu. İlk maç 17-0. Bir de utanmadan suçu bana attılar. Evet, yarım saatte kaleme 17 pozisyon getiren bendim. Karşı tarafın yıl sonunda şampiyon oluşu tek tesellimizdi. Yalnız biz o turnuvada çeyrek finali nasıl oynadık anlamıyorum(Bir maçı hükmen kazanmıştık galiba ondandı). Bir de bu futbol turnuvasına girmemiz önce öğle arasındaki maçlara sonra da okul takımına girmeme neden olacaktı. Öğle arası maçlar demişken en net hatırladığım olay kesinlikle kornerde arasına dalıp girdiğim çemberdi. Sonrası hayatımı kurtarmaya dayalı hareket olmuştu.
İkinci haftanın Pazartesi günü öğle arasının bitimine 10 dakika kala(ki 13:50 suları olur) hayatımın en trajikomik olayıyla karşılaştım. Açılan pencerenin altından geçerken yanlış zamanda kafamı kaldırıp kafamı yardım. Bu hayatımda sadece bir kere oldu. Yalnız olay sonrası durumu fark etmem bana Bedri Baykam'ı hatırlattı. Kafamı kanıyor diye kontrol edip "kafam kanıyor" diye bağırmıştım. Bir hastane diye bağırmadığım eksikti. Ne kadar herkes afallasa da başta sonrasında müdahele de edildi. Kafama iki kilo tentürdiyot konulmuş olsa da. Bir de bütün hocalar tek tek gelip baktı o ayrı mesele.
Sınavlar konusunda açıkçası hayatımın dönüşünü yaptığım dönemdir. İlk başta gelen uyarıları ve ön sınavı(quiz diyeyim, 40 almıştım matematik quizinden) dikkate almadan sınava girince(matematik ve geometri için) matematik ilk sınavı 47, geometri sınavı 45 geldi. Biz size biz size dedik diye lafı da yeyince çok pis gaza gelmiştim. Ben o zamana kadar SBS hariç hiçbir sınava birkaç gün önceden çalışmadım.Bİr tek 9. sınıf ilk dönem yaptım bunu. Matematikte diğer sınavlarım 95(ki o da soruyu yanlış okuduğum için 5 puan gitti), 90'dı. Geometri 3 olmaktan kurtulamadı ama(O dönemden sıkıntı var). Sonrasında o dönem bayağı iyi geçmişti.
Sınıf listesindeki sıralamamın 10 olması benim için berbat bir şeydi. Genelde Fizik dersinde ben çıkıyordum bu yüzden tahtaya. Fizik dersini hiçbir zaman sevmedim ama kalktığımda gelen soruların kolay olması şansın bana bir gülümsemesi olmalıydı.
9. sınıfta okul korosu(Hekimoğlu'nun girişini söylerek yapılan bir seçmesi vardı) ile başlayan okul için iş yapma süreci sonra benim gönüllü olarak tören sonrası aletlerin vs. taşınmasıyla devam etti o sene. O dönem daha uçan adam değildim. Orada zaten yapılan en büyük hata benim okulun ilk gününden itibaren böyle olduğum düşünülmesi. Bana bu konu ile ilgili en çok gelen soru şüphesiz neden koştuğumla ilgiliydi. Aslında bu sorunun tam bir yanıtı yok desem yeridir. O dönem sınıftakilerle voleybol oynamam(kaçan topları alırken güzel efor sarf ediliyor) ve merdivenleri koşarak çıkmam(yıllardır, 4. sınıftan beri) vs. derken bir anda her yere koşarak gitmeye başladım. Okul küçük olduğu için yorulmuyorum bile. Kondisyonu düşük olan ben için bu kısa mesafe pek de yormuyordu. Zaten 40 dakika oturup dinleniyorum enerji oluyor. Bu enerji mevzusuna daha sonra yeniden değineceğim. Bu arada iş yapmayı sevmiyorsanız gönüllü olmayın. Ben iş yapmayı seviyordum ve bu yüzden hiç de sıkıntı olmadı.
9. sınıfta İTK Gençlik Çalıştayı'na katılmam(sınıftan seçilerek gitmek de güzeldi) da bana MBMTR kapısını açan temel etmen olmuştu. Bu hikayeyi de daha sonra ayrı bir yazıda ele alacağım. Aslında bunu da çok önce yazmam lazımdı. Açık söyleyeyim bana buraya gelip bu tip bir etkinliğe katılacaksın deselerdi inanmazdım. Benim için her açıdan(ama her açıdan) güzeldi. Yine olsa yine yaparım dedirten cinsten.
9. sınıfın unutulmaz olaylarından biri kesinlikle Makarna Günü'dür. Hayır kahraman olmadım ama galiba büyük bir efsaneye başlangıç yaptım. Sanırsam Makarna Günü demek doğru değil buna. Neyse uzattım yine 18 Mayıs 2012 saat 16:00 suları hayatımda daha önce yaşamadığım kadar efsane düşüşe sahne oldu. Aslında diğer düşüşlerimde de olacağı gibi o an başka şeye dalıp bacaklarımı kontrol etmeyi unutmamdan kaynaklanıyordu. Kovalamaca sırasında pek de ben zıplamışım diye umursamıyorsunuz. Yalnız o olayı özel kılan gören insan sayısının az olması. Yalnız ne gülmüştük(E kendi düşen ağlamaz). Sonrasında gairp bir olay daha oldu ama neyse onu anlatmayacağım.
Kovalamaca biraz garip bir kelime olabilir sizce ama nedenini anlamadığım bir şekilde insanlar benim takıntılarımla uğraşıp beni kızdırmaya bayılıyorlar. "Bir tane mi?", "Abi seni seviyom beni sev" tarzı gereksiz ötesi şeylerle sinir ediyorlardı. Tamam, ben abartıyorum kesinlikle ama niye uğraşıyorsunuz ki, niye insan böyle bir şeyden zevk alır ki? Yalnız bir tane mi olayının en trajik olayı ekmek aldığım fırının bile bu espriyi yapması. Galiba bu olay benim bu takıntıyı atlatmamı sağladı.
9. sınıfın asıl hikayeleri kesinlikle sınıftaki olaylardı. Havaya adam fırlatma mı dersin, sınıf içinde şişe ile oynama mı dersin, adamın kalbine basıp bayıltma mı dersin, hepsi vardı. Ama derslerde yaşanan garip anlar(banko arkadaşlar, sinirden çıkan damarlar, kültür geyikleri, hikaye anlatmalar mevzusu, gerekli gereksiz esprilerde gülüp dersin bir kısmını sıra üstünde geçirme, çağdaşlık, türkücü, sessizlik yanlış yer ve anda gülme, vs) asıl anlardı. Burada hafiften kodlama ile yazıyorum çünkü hepsi anlatılacak gibi değil. Ama şişe mevzusu sonrası disipline gitme ihtimali ortaya çıkınca(aslında yokmuş) yaşananlar hepsi hala aklımda. Bayıltma mevzusundaki fedai bendim. Ne kadar çok bir şey hissetmesem de bir daha yapmayacağım dediğim bir olay bu. Bir de ders sırasında garip cümle ve sorularla ortaya atılmak vardı ama bunun sonucu genelde o meseleyle hatrı sayılır bir süre dalga geçilmekti. Bir de okula seslenişler var. Onlar da ayrı ayrı dikkate alınması lazım. Bazı anlar çok zorlanmıştık.
Bu konuyla ilgili son olarak, fıkrasına gülünmeyen adamın o dönemde ortaya çıkması sessizlik yapma fiilini hayatımıza sokmuştu. Genelde birçok kişiye birlik olarak sessizlik yapılıyordu ama benim için durum gerçekten de doğal sessizlikti. Neyse ki fıkra anlatmıyordum.
Peki bu geyik nereden geliyor. Öğerencilik hayatım boyunca gördüğüm en çılgın sıra arkadaşlarımdan biri yanıma oturmuştu. Her an gelebilecek bir espri hoş olmayan olaylara vesile olabilirdi. İşin daha da kötü yanı kendisi esprisine bir güzel güldükten sonra kendini toparlıyor ama siz kendinizi toparlayamıyorsunuz. Ayyy, ay hatırladıkça tekrar gülüyorum.
9. sınıf hakkında sevmediğim tek şey vardı. Son ay gereğinden fazla sıkıcıydı. O sınıfın enerjisi kaybolmuş gibiydi. Ama yine seviyorum o sınıfı. 10. sınıfta falan özlemiştim de sınıfımı. 9. sınıfın güzel yanı ise kardeşim diyebildiğim insanları katmış olmaktı. Öte yandan da okulu sevmiş olmaktı. Bunun nedeni biz geldiğimizdeki 12'lerdi galiba. Oradan da okuldaki ilk lakabım Mardo'yu almıştım. 12'ler demişken bizim bir arkadaşı kendilerinin bir arkadaşına benzetip kıstırıyorlardı. Trajik bir durum.
Lakap mevzusuna gelirsek, 2. dönem okul hayatım boyunca kullanacağım lakabım Kurnaz'ı aldım. 3 tane Muhammed olunca okulda olacağı buydu tabi. Hayatım boyunca çok lakap aldım ama hiçbiri soyadım ile ilgili olmamıştı. İşin diğer yanı, sınıftan alırlarken bile "Hocam Kurnaz'ı alabilir miyiz?" diyorlardı.
Nike Halı Saha Ligi var tabi. Bir günde sğlık raporu alıp da gitmiştim. İlk maçtan sonra bir ara elimden sakatlanınca(en kötü el sakatlanmam, aylarca geçmedi) sonraki maçlara seyirci olarak gitmiştim. Gruptan da çıkmıştık. O sene ne kadar kalecilikten soğumaya başlasam da o moral de vermişti.
Sonuç olarak 9. sınıf benim için her şeyin başladığı yer oldu. Lakaplar, olaylar, koşmalar, görevler vs. derken daha sonraki yıllarda da ne olacağının habercisi gibiydi. Gereğinden fazla uzun ve karışık oldu bunun için kusura bakmayın 10. sınıf yazım daha kısa olacak. Sırada 10. Sınıf var. Bakalım orada neler yaşanmış?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder