30 Eylül 2015 Çarşamba

Ve Sonunda Okul Başlar (Bölüm 2 - 10. Sınıf)


Bu yazı serisinin(sanırsam böyle adlandırmak doğru olur) 9. sınıf ile ilgili kısmında tercihlerden ve kayıttan, yani yaz tatilinden başlamıştım. Bu sefer de yaz tatilinden başlıyorum. Ve evet, diğer yazılarda da yaz tatilinden başlayacağım. Ne yapayım hepsinde bir şeyler olmuş.

9. Sınıfta İTK Gençlik Çalıştayı'nın bana MBMTR kapısını açtığını söylemiştim. 10. Sınıta bunun için İstanbul'a gidecektik(9. sınıftayken olacaktı ama daha sonra Eylül'e daha sonra da sonraki Mayıs'a ertelendi). Biz Eylül'ün başında etkinlik var diye bildiğimizden yazın toplanmak zorunda kaldık. İlk sefere o kadar iyi hazırlanmıştım ki yarım saate yakın durmadan konuşmuştum. Soru çalıştığım yerden gelince çok konuştuğum kesinlikle doğru. En son zorla konuşmam bitirilmişti. Yazın ortasında okula gitmiştim. Hatta şu da vardı, o gece hiç yatmadan oraya gittim. Ama ona rağmen uykum açıktı.

Aslında onun da öncesinde yani okullar kapandıktan bir hafta sonra bölüm tercihi için okula gitmiştim. Güzelim sınıfın bölünmesinden duyduğum öfkeyle gitmiştim. Bir de yanılmadığım bir mevzu var, kiminle aynı sınıfa düşmek istediysem hepsiyle farklı sınıfa düştüm. Hatta andaçlarda bu konu ile ilgili büyük itiraflarım var. Sınıfımı değiştirebilirdim ama istemedim. Bu durum ise teneffüslerimi diğer eşit ağırlık sınıfında geçirmeme neden olmuştu. Her teneffüs bıkmak bilmeden. 

Uçan adamlık son gaz da devam ettiği dönemlerdi. Hızlı olmanın en kötü yanı galiba herkesin size bir şeyler kilitlemesi ya da sizden ricada bulunması diyebilirim. İnsanları kıramayan yapıdaki ben için bu daha da fazla hareket demekti. İnanır mısınız bilmem ama evinde yan gelip yatan adamım ben. Bana hareket lazım. Anca böyle kurtarırım durumu. Böyle de az form tutmadım değil. En formda olduğum dönem o dönemdi. Şu an düşündüm de benim koşarkenki tek görüntülerim güvenlik kameralarında var. Onun dışında yok.  İlginç gelmiyor değil.

Neyse 10. sınıf bizim sınıfa ilk ve son kez çok sessizsiniz denileceği dönem olacaktı. Herkes önceki seneden tanıdığıyla konuşuyordu. Yalnız her şey bir yana harbiden sessizdik. Öyle ki benim canım sıkılıp ben konuşuyordum hep. Ama nedendir bilinmez hep ben konuştuktan sonra sınıfta doğal bir sessizlik oluyordu. Artık ne demişsem? İşte o anlarda sıra arkadaşımla sessiz gülmek nedir konusunda ders olacak nitelikte bir performans ortaya koyuyorduk. Çok sevgili sıra arkadaşıma birazdan yeniden değineceğim.

10. sınıfta sınıftaki bomba dörtlünün oluşması(doğrusu bomba üçlü de diyebiliriz ben derslerde katılıyordum gruba) biraz zaman aldı. Nedeni bir arkadaşın bizim yanımıza sonradan geçmesi. Böyle deyince hiçbir şey anlamadığınızın farkındayım. Ama maksat şayet okursa(minicik bir ihtimal) kendisinin anlaması. 

O dönem sınıf eşya düzeni çok güzeldi. Askılığın altında fazladan sıralar vardı biz de oraya mekan yapmıştık. Sürekli sıraların üstünde oturuyorduk. Hatta 11. sınıfta da böyle bir mekan vardı. Sonra sıraları aldılar.

10. sınıftaki yılbaşı çekilişi geldi aklıma. Hediye alma konusunda hiçbir zaman başarılı olamadım. Bu sene de onun ispatı oldu. Kendi zevkim kimseyle örtüşmeyince böyle oluyor işte.

Ders bakımından bakarsak 10. sınıf ne kadar başarılı geçse de 4 sene içinde en kötü not ortalamasına sahip olduğum seneydi. İki dönem teşekkür alacağım derken takdir almak da garipti.  Ayrıca ikinci dönem hayatımda e-okula işlenmiş tek 1 olan sınavım 10. sınıf 2. dönem 1. Geometri sınavım(37 idi kendileri, öyle ki içime işledi) da bu seneye denk düşüyordu. Dersi kurtarmam o sene doğum günümde olmuştu. Hatta o sene doğum günümde iki sınava girdim sonrasında halı sahaya gitmiştim. Ama o seneki doğum günüm gerçekten ilginçti.

9. sınıfta pek bir şey yapmamama karşın okul futbol takımına kaleci olarak girmiştim. Hala sorarım kendime niye beni bu takıma aldılar diye. Ama hiçbir şey yedek kalecilik kadar güzel değil, hele oyuna girip 4 yediyseniz, iyi ki yedeğim diyorsunuz. Sonuç olarak dersten çıkıp maça gitmişsinizdir. O dönem kalecilikten uzun süre ayrılmak istedim. Okul turnuvasında da adamımız sakatlandı sonraki maçlar yalan oldu. Bİr de orada bol bol top toplayıcılık yapıyordum. Ama karşı takımın ben koşarken bakışları garipmiş. Bunu sonradan söylemişlerdi. Orada soyunma odasının olmayışı sonucu minibüs veya yolda üstümüzü değiştirmemiz ve topları bizim getirmemiz trajikti bence. Ah Bornova Anadolu o nasıl saha ve kaledir öyle. Ömrümü yedin. 

18 Mayıs'ın benim için anlamını söylemiştim. Büyük bir efsanenin girişi diye. Evet hikaye kaldığı yerden devam ediyor. Geçen sefer düştüğümde çok az kişinin bunu gördüğünü söylemiştim. Herhalde 10. sınıftaki bilinçaltımda bunu herkese göstermek varmış ki kaçan topu almak için okulun ana kapısının üzerinden atlamaya çalışıp takla attım. Bence düşmedim ama herkes öyle kabul ediyor. İşin koyan iki yanı vardı. Birincisi o sadece bir kere olur diye defalarca kez söyledikten sonra düşmek, ikincisi bunu dedim diye bana yapılan iki işareti(en çok bu koydu). Hayır insanların gülmesini zerre umursamadım. Ben de gülüyordum. Zaten insanların bu kadar kafaya taksam koşmazdım. Onun farklı bir yükü var. Şayet koşmamı anlatan bir yazım olursa(ki içinde muhtemelen onunla ilgili yaptığım konuşmayı da eklerim) bu olayı derinlemesine anlatacağım. Bu seferki tarih 16 Kasım.5 dersten sonraki teneffüs. Dersler o dönem 40 dakika olduğu için saat karışık ama sanırsam 14:05-14:15 arası. Bu düşüşle birlikte fark ettim ki koşma işini hatasız yapabiliyorum ama koşarken ekstra bir şey yapmaya kalkışınca sıkıntı oluyor. Bu arada eklemeden edemeyeceğim. O hareketi(kapının üstünden atlama) yaptıktan sonra bir süre dışarı top almaya çıkamadım. Ama daha sonraki kapı üstünden atlama eylemini iki kez tekrarladım ve ikisinde de biraz zorlanarak da olsa üstünden atladım. 

Düştüm düşmesine ama dönüşüm tam 1 hafta sonra muhteşem oldu. 23 Kasım Öğretmenler Günü töreni. 29 Ekim'de eh denilebilecek solo performansından sonra nasıl olduğunu anlamasam da(galiba biri önermişti) bana solo verilmişti. Bu sefer şarkıyı tamamen tek söyleyecektim. Şarkıyı hiçbir yerde bulamasam da şarkıyı o kadar güzel kavramışım ki törende harikalar yarattım. Arkada kim kimi alkışlayacak muhabbeti yapmıştık. Beni alkışlayacak kimse yok demiştim ama gelen alkışı hala unutamıyorum. Öyle ki sinirlerim bozuldu gülmeye başladım ve o yüzden yüzümü gizledim. Hatta şarkı bitince arkaya kaçtım direkt. Ben bile şaşırdım doğrusu duruma. Hala da şarkının orijinalini bilmiyorum. Bu arada şarkı Güneşlerime Kar Yağdı.

10. sınıfta yapılan münazaraya garip bir şekilde katılamadık. Katılacaktık ama arada bir iki garip durum oluştu ve katılamadık. İlginçti. Münazarayı düzenleyen hocamız aynı zamanda Diksiyon dersine giriyordu. Diksiyon her zaman sevdiğim bir ders oldu. Keşke her sene de görsem derim. Anlatım bozukluğunu öğrenmemi sağlayan derstir aynı zamanda. Ayrı ikinci dönem de koşmam hakkında konuşma yaptım. Zevkli bir konuşmaydı. Sanırsam taslağı hala evde bir yerlerde gizli. Yalnız 5 küsur dakika konuşacağım deyip konuşmayı 4:30 dakikada bitirdim. Güzeldi. 

10. sınıfta değişen hocalar olsa da dersteki geyikler yine de değişmedi. Sıra arkadaşınız sağlam olunca bu konuda hiç sıkıntı yaşamıyorsunuz. Sıra arkadaşım değişse de durum değişmedi. Hep koptuk. İlk başta belki biraz acımasız davrandım ama sonra bayağı eğlenmeye başladık. Bir de konu dışı olarak derslerde bazı şeyleri yeni öğrendiğimi fark ettim.

10. sınıfta anlatacak şey çok yok ama ayrıntı fazla galiba. Neyse geçelim diğer olaya. Makarna Günü için yemek yapıp götürdük. Bizden biri kermese vs. bir yere yemek götürecekse götürülecek yemek bellidir. Falafel(Türkçe söylenişine hala alışamadım). Nereden nasıl öğrendiler bilmiyorum ama sınıftakiler benim getirdiğimi öğrenmişler. Bu arada yok sattı kermeste. O gün parkur yarışmasına da katıldım ama o dönem canımı sıkan birkaç konunun olması pek de düzgün kafayla yarışmamı engelledi. Öyle ki engelleri ters geçtim. Psikolojik olarak çabuk etkilenen biri olmanın zararları işte.

MBMTR var tabi ki de. İstanbul'a gitmek güzeldi ama daha güzeli cebimden para çıkmamasıydı. Ben eğlendim ama çok da yorulduk. Hele ki kaldığımız yer ile etkinliğin yerinin uzak oluşu da cabası. Ama hala da gitme imkanım olsa giderim.

10. sınıf genel manasıyla böyle geçti benim için. Olay az ama ayrıntı çok. Son eklemelerimi yapacak olursam o sene serbest kıyafete geçtik ve ben bununla birlikte saçımı çok uzatmamın doğru olmayacağını anladım. Ve o sene sömestr benim için kritikti. Bunun da yıl içinde etkisinde kaldım. Ve bu doğrultuda kişiliğim de değişti. Neyse 10. sınıf benim için böyleydi işte. Sonraki durak 11. sınıf. Bence etkinlik patlamasının olduğu sene. Bayağı uzun olacak benden söylemesi.

29 Eylül 2015 Salı

Ve Sonunda Okul Başlar (Bölüm 1 - 9. Sınıf)


Dün normal bir girişe göre uzun denilebilecek bir giriş yazısı yazmıştım. Ve bugün asıl hikayeye başlıyorum. Biliyorum 4 sene anlatması zor ve uzun ama bir şekilde anlatacağım artık.
Sanırsam hikayeye lise tercih döneminden başlamam lazım. İlk olarak şunu söylemeliyim 85. Yıl benim 7. tercihimdi(biz 12 tercih yapıyorduk). Ayrıca bir altında hayallerimin lisesi Karşıyaka Lisesi vardı. Özellikle Karşıyaka'da oturduğum dönemde okulun yapısının birçok faaliyete uygun oluşu okula karşı bir sevgi oluşturmuştu. Hala da acaba orada olsam ne olurdu diye düşünmüyor değilim. Ama bu 85'e geldiğim için pişman olduğum anlamına gelmiyor. Ben bu okula iyi ki gelmişim diyorum. Ne kadar sadece okulun yerini öğrenince sevinip yazsam da sonrasında geldiğimde yaşanacak bana bu yazıyı yazdıracak kadar sevdirecekti okulu. Okula ilk gelişimde(kesin kayıt için gitmemiştim o gün) okulda 5 dakika bile kalmamıştım. Sadece kayıt için gerekli malzemelerin listesini alıp çıkmıştım. Okulun açılış gününü ilk bölümde yazmıştım. Şimdi ise diğer kısımları anlatacağım. Bu arada herhangi bir şekilde kurum ismi dışında özel isim kullanmaya niyetim yok. Herkes zaten kendini biliyor. İsim vermeye gerek yok bence.
9. sınıfın ilk kısmı benim için sessiz geçti desem yalan olmaz. Sonuçta o kısım alışma dönemiydi. Sadece ben değil herkeste bir alışma süreci vardı. Sonrasında arkadaşlıklar falan kuruldu. En baştan tanıdığım kimse olmadığı için benim için sessiz geçmesinin sonuna kadar normal olduğunu düşündüğüm durum.
Kronolojik olarak bakarsam ilk gün sınıfın puan ortalaması üzerine espriler yapıldığını hatırlıyorum. İlk biyoloji dersinde 29 kişilik sınıftan 26 kişi sayısal istediğini de hatırlıyorum. 1 kişi eşit ağırlık, bir kişi dil istiyordu ve ben de kararsızdım. Ama her zaman eşit ağırlığa kendimi daha yakın hissettim. İlk hafta ise büyük hezimete uğrayacağımız futbol turnuvasına katıldık. Ne kadar kaleci olarak girmeyeceğim desem de adam eksiğinden dolayı dahil oldum. 4+1 turnuvada defanslar orta saha olursa olacağı bu. İlk maç 17-0. Bir de utanmadan suçu bana attılar. Evet, yarım saatte kaleme 17 pozisyon getiren bendim. Karşı tarafın yıl sonunda şampiyon oluşu tek tesellimizdi. Yalnız biz o turnuvada çeyrek finali nasıl oynadık anlamıyorum(Bir maçı hükmen kazanmıştık galiba ondandı). Bir de bu futbol turnuvasına girmemiz önce öğle arasındaki maçlara sonra da okul takımına girmeme neden olacaktı. Öğle arası maçlar demişken en net hatırladığım olay kesinlikle kornerde arasına dalıp girdiğim çemberdi. Sonrası hayatımı kurtarmaya dayalı hareket olmuştu.
İkinci haftanın Pazartesi günü öğle arasının bitimine 10 dakika kala(ki 13:50 suları olur) hayatımın en trajikomik olayıyla karşılaştım. Açılan pencerenin altından geçerken yanlış zamanda kafamı kaldırıp kafamı yardım. Bu hayatımda sadece bir kere oldu. Yalnız olay sonrası durumu fark etmem bana Bedri Baykam'ı hatırlattı. Kafamı kanıyor diye kontrol edip "kafam kanıyor" diye bağırmıştım. Bir hastane diye bağırmadığım eksikti. Ne kadar herkes afallasa da başta sonrasında müdahele de edildi. Kafama iki kilo tentürdiyot konulmuş olsa da. Bir de bütün hocalar tek tek gelip baktı o ayrı mesele.
Sınavlar konusunda açıkçası hayatımın dönüşünü yaptığım dönemdir. İlk başta gelen uyarıları ve ön sınavı(quiz diyeyim, 40 almıştım matematik quizinden) dikkate almadan sınava girince(matematik ve geometri için) matematik ilk sınavı 47, geometri sınavı 45 geldi. Biz size biz size dedik diye lafı da yeyince çok pis gaza gelmiştim. Ben o zamana kadar SBS hariç hiçbir sınava birkaç gün önceden çalışmadım.Bİr tek 9. sınıf ilk dönem yaptım bunu. Matematikte diğer sınavlarım 95(ki o da soruyu yanlış okuduğum için 5 puan gitti), 90'dı. Geometri 3 olmaktan kurtulamadı ama(O dönemden sıkıntı var). Sonrasında o dönem bayağı iyi geçmişti.
Sınıf listesindeki sıralamamın 10 olması benim için berbat bir şeydi. Genelde Fizik dersinde ben çıkıyordum bu yüzden tahtaya. Fizik dersini hiçbir zaman sevmedim ama kalktığımda gelen soruların kolay olması şansın bana bir gülümsemesi olmalıydı.
9. sınıfta okul korosu(Hekimoğlu'nun girişini söylerek yapılan bir seçmesi vardı) ile başlayan okul için iş yapma süreci sonra benim gönüllü olarak tören sonrası aletlerin vs. taşınmasıyla devam etti o sene. O dönem daha uçan adam değildim. Orada zaten yapılan en büyük hata benim okulun ilk gününden itibaren böyle olduğum düşünülmesi. Bana bu konu ile ilgili en çok gelen soru şüphesiz neden koştuğumla ilgiliydi. Aslında bu sorunun tam bir yanıtı yok desem yeridir. O dönem sınıftakilerle voleybol oynamam(kaçan topları alırken güzel efor sarf ediliyor) ve merdivenleri koşarak çıkmam(yıllardır, 4. sınıftan beri) vs. derken bir anda her yere koşarak gitmeye başladım. Okul küçük olduğu için yorulmuyorum bile. Kondisyonu düşük olan ben için bu kısa mesafe pek de yormuyordu. Zaten 40 dakika oturup dinleniyorum enerji oluyor. Bu enerji mevzusuna daha sonra yeniden değineceğim. Bu arada iş yapmayı sevmiyorsanız gönüllü olmayın. Ben iş yapmayı seviyordum ve bu yüzden hiç de sıkıntı olmadı.
9. sınıfta İTK Gençlik Çalıştayı'na katılmam(sınıftan seçilerek gitmek de güzeldi) da bana MBMTR kapısını açan temel etmen olmuştu. Bu hikayeyi de daha sonra ayrı bir yazıda ele alacağım. Aslında bunu da çok önce yazmam lazımdı. Açık söyleyeyim bana buraya gelip bu tip bir etkinliğe katılacaksın deselerdi inanmazdım. Benim için her açıdan(ama her açıdan) güzeldi. Yine olsa yine yaparım dedirten cinsten.
9. sınıfın unutulmaz olaylarından biri kesinlikle Makarna Günü'dür. Hayır kahraman olmadım ama galiba büyük bir efsaneye başlangıç yaptım. Sanırsam Makarna Günü demek doğru değil buna. Neyse uzattım yine 18 Mayıs 2012 saat 16:00 suları hayatımda daha önce yaşamadığım kadar efsane düşüşe sahne oldu. Aslında diğer düşüşlerimde de olacağı gibi o an başka şeye dalıp bacaklarımı kontrol etmeyi unutmamdan kaynaklanıyordu. Kovalamaca sırasında pek de ben zıplamışım diye umursamıyorsunuz. Yalnız o olayı özel kılan gören insan sayısının az olması. Yalnız ne gülmüştük(E kendi düşen ağlamaz). Sonrasında gairp bir olay daha oldu ama neyse onu anlatmayacağım.
Kovalamaca biraz garip bir kelime olabilir sizce ama nedenini anlamadığım bir şekilde insanlar benim takıntılarımla uğraşıp beni kızdırmaya bayılıyorlar. "Bir tane mi?", "Abi seni seviyom beni sev" tarzı gereksiz ötesi şeylerle sinir ediyorlardı. Tamam, ben abartıyorum kesinlikle ama niye uğraşıyorsunuz ki, niye insan böyle bir şeyden zevk alır ki? Yalnız bir tane mi olayının en trajik olayı ekmek aldığım fırının bile bu espriyi yapması. Galiba bu olay benim bu takıntıyı atlatmamı sağladı.
9. sınıfın asıl hikayeleri kesinlikle sınıftaki olaylardı. Havaya adam fırlatma mı dersin, sınıf içinde şişe ile oynama mı dersin, adamın kalbine basıp bayıltma mı dersin, hepsi vardı. Ama derslerde yaşanan garip anlar(banko arkadaşlar, sinirden çıkan damarlar, kültür geyikleri, hikaye anlatmalar mevzusu, gerekli gereksiz esprilerde gülüp dersin bir kısmını sıra üstünde geçirme, çağdaşlık, türkücü, sessizlik yanlış yer ve anda gülme, vs) asıl anlardı. Burada hafiften kodlama ile yazıyorum çünkü hepsi anlatılacak gibi değil. Ama şişe mevzusu sonrası disipline gitme ihtimali ortaya çıkınca(aslında yokmuş) yaşananlar hepsi hala aklımda. Bayıltma mevzusundaki fedai bendim. Ne kadar çok bir şey hissetmesem de bir daha yapmayacağım dediğim bir olay bu. Bir de ders sırasında garip cümle ve sorularla ortaya atılmak vardı ama bunun sonucu genelde o meseleyle hatrı sayılır bir süre dalga geçilmekti. Bir de okula seslenişler var. Onlar da ayrı ayrı dikkate alınması lazım. Bazı anlar çok zorlanmıştık.
Bu konuyla ilgili son olarak, fıkrasına gülünmeyen adamın o dönemde ortaya çıkması sessizlik yapma fiilini hayatımıza sokmuştu. Genelde birçok kişiye birlik olarak sessizlik yapılıyordu ama benim için durum gerçekten de doğal sessizlikti. Neyse ki fıkra anlatmıyordum.
Peki bu geyik nereden geliyor. Öğerencilik hayatım boyunca gördüğüm en çılgın sıra arkadaşlarımdan biri yanıma oturmuştu. Her an gelebilecek bir espri hoş olmayan olaylara vesile olabilirdi. İşin daha da kötü yanı kendisi esprisine bir güzel güldükten sonra kendini toparlıyor ama siz kendinizi toparlayamıyorsunuz. Ayyy, ay hatırladıkça tekrar gülüyorum.
9. sınıf hakkında sevmediğim tek şey vardı. Son ay gereğinden fazla sıkıcıydı. O sınıfın enerjisi kaybolmuş gibiydi. Ama yine seviyorum o sınıfı. 10. sınıfta falan özlemiştim de sınıfımı. 9. sınıfın güzel yanı ise kardeşim diyebildiğim insanları katmış olmaktı. Öte yandan da okulu sevmiş olmaktı. Bunun nedeni biz geldiğimizdeki 12'lerdi galiba. Oradan da okuldaki ilk lakabım Mardo'yu almıştım. 12'ler demişken bizim bir arkadaşı kendilerinin bir arkadaşına benzetip kıstırıyorlardı. Trajik bir durum.
Lakap mevzusuna gelirsek, 2. dönem okul hayatım boyunca kullanacağım lakabım Kurnaz'ı aldım. 3 tane Muhammed olunca okulda olacağı buydu tabi. Hayatım boyunca çok lakap aldım ama hiçbiri soyadım ile ilgili olmamıştı. İşin diğer yanı, sınıftan alırlarken bile "Hocam Kurnaz'ı alabilir miyiz?" diyorlardı.
Nike Halı Saha Ligi var tabi. Bir günde sğlık raporu alıp da gitmiştim. İlk maçtan sonra bir ara elimden sakatlanınca(en kötü el sakatlanmam, aylarca geçmedi) sonraki maçlara seyirci olarak gitmiştim. Gruptan da çıkmıştık. O sene ne kadar kalecilikten soğumaya başlasam da o moral de vermişti.
Sonuç olarak 9. sınıf benim için her şeyin başladığı yer oldu. Lakaplar, olaylar, koşmalar, görevler vs. derken daha sonraki yıllarda da ne olacağının habercisi gibiydi. Gereğinden fazla uzun ve karışık oldu bunun için kusura bakmayın 10. sınıf yazım daha kısa olacak. Sırada 10. Sınıf var. Bakalım orada neler yaşanmış?

28 Eylül 2015 Pazartesi

Ve Sonunda Okul Başlar (Bölüm 0)



Vay be, 13 sene olmuş öğrencilik hayatımda(hayır ben anaokuluna gitmedim).Ancak bugünü diğerlerinden(diğer okul başlangıçları) ayıran şey üniversiteye başlamam(ilkokul ve lise başlangıcı da böyleydi doğrusu). MEB bünyesinden çıkıp YÖK bünyesine girmek de denebilir buna Geçen seneki okul başlangıcını hatırladıkça büyük yükten kurtuldum desem de üniversite söz konusu olduğunda yeni yük altına girdim demem yanlış olmaz kanımca. Ne kadar bunu ilkokul-lise geçişinde de yaşamış olsam da bu(lise-üniversite geçişi) nedense bana daha farklıymış gibi hissettiriyor. O konu hakkında uzun uzun yazardım ama hem başka günlere malzeme saklamak hem de konudan sapmamak için bunu burada bırakıyorum.
Genel olarak hayatıma baktığımda en çok yaptığım şeylerden birinin şüphesiz geçmişimde yaşadıklarımı önemseyip, onları unutmamayı eğer unutmuşsam da hatırlamaya çalışırım. Bunun temelinde iyi olduğunu bilmeme karşın bunu abartmanın özellikle benim için faydalı olmayacağını da biliyorum. Belki de bu yüzden dün kelimesini çok kullanıyorum. Belki de bu yüzden yazdıklarımın çok büyük bir kısmı yaşadıklarımdan oluşuyor.
Neden böyle bir giriş yaptığımı anlayanlarınız olmuş olabilir. Evet, konu lise yılları. Aslında bu yazıyı geçen yaz okullar kapanınca yazmam lazımdı ama doğru anı bulamamamdan(ki eğer böyle bir anda yazarsam yazılarımı genelde sevmiyorum) ve büyük ölçüde üşengeçliğimden dolayı iş bu hale geldi. Aslında bu yazı benim okul yıllarımı anlattığım ilk yazım değil. 5. sınıfın başında Türkçe yazdığım bir kompozisyonda da önceki 4 senemi her seneyi bir paragrafa ayırarak anlatmıştım(aslında o yazıyı bulup veya hatırlayıp üstüne düzenleme ve ortaokul kısmını da ekleyip yazmak istiyorum).* O yazıyı hatırlamak zor ama hatırladığım kısımları hatırladıkça bana bir gülümseme geliyor. Bbi gibi kendimin oluşturduğu garip kısaltmaları da içinde barındıran bir yazıydı. Amaaaan neyse, ben yine konudan sapıyorum. En iyisi direkt mevzuya girmek.
Hani efsane bir mezun klişesi vardır ya, mezun gelir ve ben bu okulun kapısından girdiğim ilk anı dün gibi hatırlıyorum diye; eğer yeni mezunsanız(şahsen 1. sınıfı da hatırlıyorum ama hayal meyal) bu doğru. 4 yıl bazı şeyleri unutmak için kısa bir süre. Mera etmeyeceksiniz ama yine de anlatayım. İlk gün okula dolmuşla gideyim diye çıktım annemle. Baktık dolmuşla olmayacak otobüsle yolu hatrı sayılır miktarda uzatarak geç de olsa okula vardık. İşin güzel yanı açılış töreni olduğu için o sırada daha yoklama alınmamıştı ve ben de böylece yok yazılmadım(Yalnız dersleri bile hatırlıyorum Fizik, Coğrafya, Matematik, Beden). Ayrıca o gün zaruri durumlar dışında okula geç geldiğim 3 günden biri. Erken gelmeyi seviyorum ne yapayım?
Bu arada yazının devamı 5. sınıfta yazdığım gibi her yıl hakkında biraz biraz yazacağım şekilde olacak. Bir de her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatmayacağım. Zaten yazı burada bitse ve ben bunu yayınlasam Facebook bunu göstermek için yeni sekme açacak. Yazı bu kadar uzun olmuşken daha uzatmanın alemi yok. Ne kadar belli şeyler detayıyla anlatılmak zorunda olsa da. Zaten otobiyografi de yazmıyorum.
...
Şimdi düşündüm de(28 Eylül 2015 saat 19:08 olur bu an) bence yazıyı parçalamakta fayda var. Bugün giriş, yarın 9. sınıf sonra 10. sınıf şeklinde yazmaya karar verdim. Böylece hem okuması rahat olur. Ben de önceden yazıları yazar sadece her gün bölüp paylaşırım. Maksat kolay olsun. Yoksa yazı çok ama çok uzun olacak. Neyse o zaman yarın 9. sınıf ile seriye tam olarak başlıyorum. Birçok kişi okumayacak biliyorum ama(okuması gereken insanların okumaması üzüyor sadece beni, yoksa rakamların önemi yok). Bakalım yazı nasıl ilerleyecek?
* Yazının o kısmına kadar fakültede ders arasında yazdım ve buraya geçirirken düzenledim. Açıkçası bunu ilk defa yaptım. Normalde evimde yazmak huyumdur ama boş vakti değerlendirmek de güzel oldu doğrusu.
Not(Son olarak): Aslında bugün 85. Yıl'a gitmek istedim ama ders programı sağ olsun pek de hareket etme imkanı vermiyor. Çarşamba'ya kadar sabahları hep dolu. Yoksa ilk işim oraya gitmek olurdu.